Şehirlerin sultanından kraliçe şehre
Istanbul ve New York kalbimde çok özel yeri olan iki şehir. Bu 24 saat uyumayan büğüleyici şehirler, deneysel müzik, sanat, kehanet ve mistizmin buluştuğu nadide yerler.
Minik ama devasa; saf ama pis; güzel ama çirkin; yepyeni ama yıpranmış bu şehirlerde, medeniyet ve barbarlık; bireysellik ve komünel yaşam hiç bir yerde olamayacağı kadar uyum içinde, estetik bir çatışmanın huzurunu yaşatır sakinlerine…
Sahip oldukları nefes kesici heyecan, bir çok sanatçıda adeta bağımlılık yapıyor. Korna sesleri ve kalabalıklardan yükselen neşeli kahkahalarının birarada çınladığı; baş döndürücü güzellikte ve tiksindirici iğrençlikte milyon çeşit kokunun birbirine karıştığı sokaklarının, göz alıcı rekleri ve ışıltıları insanı kör edebilecek kadar güçlü…
Onları güzelleştiren en önemli ortak özellikleri şüphesiz kimseyi dışlamamaları ve herkesi tüm farklılıklarına rağman aynı samimiyet ve sıcaklıkla kucaklayabilmeleri… Oradayken her kim olursanız olun kendinizi hep evinizde hissedersiniz.
1850’de Fransız romancı Gustave Flaubert Istanbul’un dünya başkenti olacağı kehanetinde bulunmuştu. Bugün henüz dünyanın başkenti olamasa da,16 milyonluk nüfusu ve yaklaşık 6 bin kilometre kare alana yayılan bu mega sultan, tarih boyunca bir çok medeniyete ev sahipliği yaparak çoğumuzun kalbinde saltanat kurdu. Öte yandan, demokrasinin sembolü olan Özgürlük Anıtı’nın ev sahibi, 800 farklı dilin konuşulduğu New York ise kucakladığı çeşitlilikle bir çoklarının yüreğinde dünyanın başkenti olmayı çoktan başardı.
Bana “New York’un veya Istanbul’un en çok nesini seviyorsun?” diye sorsalar hemen cevap vermekte zorlanırım çünkü aşkla sevdiğim tonlarca şey var bu tılsımlı şehirlerde… Ve… Ben, şimdi o güzelliklerin sevgisini yanıma katarak geldiğim yeni bir şehri tanımaya hazırlanıyorum.
Taşındım…
Kuzey Karolina’da bulunan Charlotte şehrine taşındım …
Eyaletler arası taşınma gerçekten çok zordu… Belirsizlikler, durmadan çalan telefonlar, bitmek bilmeyen yazışmalarla insan neye uğradığını şaşırıyor… Ancak taşındıktan sonra farkına varabildim ki, meğer Istanbul ben nereye gitsem benle geliyormuş ve New York son 20 yıldır benim Istanbul’um olmuş… Şimdi sanki sadece New York’tan değil de Istanbul’dan da tekrar taşınmış gibi hissediyorum… Istanbul’un özlemi New York özlemine sarmalanarak artıyor yüreğimde…
17’nci yüzyılda Istanbul’da yaşayan Fransız şair Alphonse de Lamartine’in, “Dünyaya son bir kere bakacak olsan bu bakış İstanbul’dan olmalı.” sözünü anımsarken New York’a her baktığımda bir bakış da Istanbul’a gönderdiğimin farkına ancak şimdi varıyorum: Empire Satete Binası’nda 13 yüzyıldan kalan Bizans incisi Galata Kulesi’nin yansımasını görüyordum mesela ya da ne zaman Soho’nun sanat kokan aykırı sokaklarında dolansam kendimi kaygısız, salaş bir Ortaköy günü geçiriyor gibi hissediyordum… Evimin yanı başındaki George Washington köprüsünü ne zaman geçsem, Hudson nehrinin yanı sıra uzanan ve iki dev eyaleti birleştiren bu köprüyü, kıtaları buluşturan Boğaz köprüsüne benzetirdim. Central Park’ta, Gezi Parkı’nı düşünür; parkın çevresindeki faytonları görünceyse Preses adalarının esitintilerini hissederdim tenimde… Istanbul’un tatlı anılarına eşlik eden bir dolu New York anlarım var…
Şimdilerde doğal güzellikleri ve canayakın insanlarıyla güneyin gizli hazinesi Charlotte’tayım. Evet, burada hayat çok farklı. Ama öyle hissediyorum ki, ailemin tercih ettiği bu yeni hayat tarzına alışmak çok zor olmayacak. Ne zaman şehrin gözalıcı ışıltılarına baksam Bank of America Corporate Center, Empire State binasını anımsatarak beni selamlıyor ve “daha keşfedilecek çok şey var” diye fısıldıyor çünkü…
Istanbul şehirlerin sultanı ve New York imparator eyaletken Charlotte da kraliçe şehir… Ve şimdi bunun sebebebini keşfetme vakti…
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment