Sahi, din savaşı mı?
Henüz ana sınıfındayken kızım eve bir gün heyecanla geldi ve daha kapıdan girerken coşkuyla seslendi: “Anneciğim inanamayacaksın ama bugün Amanda bana ‘jambonlu peynirli sandiviç yemediğini’ söyledi çünkü o da domuz eti yemiyormuş. Yani yanlız değilim!”
Başkalarının da bizimkine benzer dini kuralları olduğunu keşfetmesinin ardından minicik muzır yüzündeki ferahlama ve gözlerindeki ışıltı görülmeye değerdi doğrusu. O sene Amanda kızımın en iyi sınıf arkadaşlarından biri oldu ve sene boyunca bu meraklı ufaklıklar, Musevilik ve İslam dini arasındaki simetriyi gün be gün değişik sebeplerle keşfetmenin tadını birlikte çıkardılar.
Yani daha 4 yaşında iki çocuk bile iki din arasındaki benzerliği ve bağlantıyı kolayca çözebiliyor ama gel gör ki, bugün Orta Doğu’da olup biteni bu lensle bakarak anlamak mümkün değil. Üstelik kimilerine göre İsrail-Filistin çatışması yeni bir döneme girdi: Artık bu etnik bir savaş değil; bir din savaşı.
Sözü buraya getirmelerinin bazı sebepleri var tabi!
Geçen Salı Kudüs’te bir sinagogta yaşanan vahşi saldırı kadar, saldırı sonrası Filistin’de yaşanan coşkulu kutlama görüntüleri bir çok Müslüman tarafından katlanılamayacak kadar üzüntü vericiydi. Amerikan medyası, bu zafer işareti yaparak sevinç çığlıkları atan, zafer şarkıları söyleyerek geçit töreni yapan Filistinler’e sıkça yer verdi. Çoğumuz bu görüntüleri insanlığımızdan utanarak izledik. Gördüklerimizi hazemetmemiz vakit aldı.
Öte yandan, New York Times ve Washington Post gazeteleri başta olmak üzere Amerikan medyası yıllardır söyledikleri teraneleri terkedip bu olayı “din savaşı” olarak ele almayı tercih ettiler!
Aslında olayın sinagogta gerçekleşmesi ve İsrail tarafından Mescd-i Aksa’da Müslümanların ibadet etmesine kısıtlamalar getirilmesine tepki olarak doğması bu görüşü destekliyor. Üstelik, iki tarafta da aşırı dinciliğin tırmandığı aşikar. Görünen o ki, bu kimlik üzerine kurulu bölgesel savaşın tam teşekküllü bir din savaşına dönüşmesi gerçekten zor değil.
Ne üzücü ki, iki sıradan işinde gücünde Arap aile adamı, hayatlarını bir intihar bombacısı olarak sonlandırabilecek kadar öfkeliydi. Tabi ki alalade, normal Müslümanlar’ın Müslüman olmayanları öldürme girişimi endişe verici. Hayatta olsaydı, Osama bin Ladin mutluluktan uçuyor olacaktı. Zira, hayali gerçek oldu: İslam dünyasında tam da onun sevdiği cinsten cihad fikri yükseliyor. İki tarafta da analistlerin buluştuğu ortak görüş şu; “İki tarafın yaptığı insanlık dışı şiddet eylemleri, kutsal yerlerin önemini her iki halk için de artırmaktadır.”
Öte yandan, İsrail’in yüzyıllardır Müslümanların ibadet ettiği kutsal yerleri zapt edeceği endişesi Filistinlileri daha önce olduğundan çok daha fazla endişelendiriyor. Tüm olan bitenin ardından işte İsrail yine darbe uyguluyor. Bazı Filistinli mahallelerde yollar kapandı. Polis devriye sayısını artırdı. İnsanları tutukladı ve saldırganların evlerini yıkacağını açıkladı. Yıne de bir çatışmadan bahsederken din boyutunu işin içine katmadan önce iki kez düşünmeli ve tedbirli olmalıyız çünkü bu boyut, anlaşmazlığı uluslar arası arenada başka bir yere oturtabilecek güçte. “Bu bir din savaşıdır” dediğimiz anda konu Filistin- İsrail çatışması olmaktan çıkar.
Şimdi filmi durdurup sahneye geniş açıdan alıcı gözle tekrar bakalım. İsrail, Doğu Kudüs’ü 1967 yılında işgal ettikten sonra kutsal kentin “Bölünemez ebedi başkent” olduğu iddiasıyla şehri ilhak etti. Dünyanın büyük çoğunluğu -Filistinliler gibi- İsrail’in bu toprakları yasadışı bir şekilde zaptettiğini düşünüyor. Yani, bugün bölgenin durumunda bir değişiklik yapılmasının mümkün olabilmesi için öncelikle İsrail devleti, Doğu Kudüs’teki politikalarının temelini oluşturan bu zaptı ele almalı. Üstelik iki tarafın barışa yönelik sağlam adımlar atabilmesi için büyük rol İsrail’e düşüyor çünkü Filistin Doğu Kudüs’te söz sahibi bile değil!
Kime sorsanız kökten dinciliğin ne denli tehlikeli olabileceği konusunda hem fikir olabilirsiniz. Evet, bir sinagogun saldırıya uğraması insanlık adına utanç kaynağı olacak bir zulüm. Müslümanlar için yüz karası bir durum. Öte yandan, bunun bölgedeki ilk dinsel kökenli şiddet eylemi olmadığını da biliyoruz. Yirmi yıl önce Amerika doğumlu İsrailli Baruch Goldstein de, sonradan Hebron katliamı adı verilen cani bir saldırıyla İbrahimi Camisi’nde 29 Müslümanı ibadet ederken öldürmüştü. Ama 1994 yılında Ramazan ve Purim bayramlarının örtüştüğü zaman dilimine denk gelen bu katliamı kimse ‘din savaşı’ çığlıkları atarak karşılamamıştı.
Daha geçen yaz, mübarek Ramazan ayı boyunca İsrail Gazze’yi bombalarken ve tüm dünya çocuk çoluk, kadın erkek demeksizin acımasızca öldürülen 600 Filistinli’nin hazin sonlarına seyirci kalırken de bu olanlara kimse ‘din savaşı’ demedi!
Evet, bu cani saldırı bir sinegogta, kurbanlar ibadet ederken gerçekleşti ve hayatlarını kaybedenlerden ikisi hahamdı ama saldırganlar Hasan Ebu Cemal (23) ve ağabeyi Uday Ebu Cemal (30) her hangi bir dini grubun üyesi bile değildiler. Bu iki kardeş sadece Filistinli Hristiyan George Habaş tarafından kurulan laik, devrimci, solcu örgüt Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC)’ne mensuptular !
Peki şimdi birden bire yıllardır süre gelen savaşı bir ‘din savaşı’ olarak sunma çabası neden? İsrail yanlısı Amerikalılar Filistin’i IŞID ile aynı kaba koymaya mı niyetlendiler? Dünyayı bir din savaşına karşı birleşmeye davete mi hazırlanıyorlar? Bir ilüzyon oluşturup İsrail’e arka çıkabilmek için çare arayışı mı bu?
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment