İsrail-Filistin barışı için dua
Her yıl, ailece iftara davet ettiğimiz Ermeni asıllı arkadaşımızın 18 yaşındaki oğlu bu yıl iftara oruçlu gelerek hepimizi şaşırttı. Niçin oruç tuttuğunu sorduğumuzdaysa, kocaman bir gülücükle “Nasıl hissettiğinizi anlamak için!” dedi.
Ne güçlü bir ifade! Sanırım herkesin bu 18 yaşındaki gençten öğrenecekleri var. Eğer büyükbabalarımız da onun gibi düşünseydi belki şu anda çoktan Türk-Ermeni problemi çözülmüş olurdu!…
Bugünlerde yine diğer bir sonu gelmeyen problemle karşı karşıyayız. Batı Şeria’da trajik ve esrarengiz bir şekilde üç İsrailli gencin kaçırılıp öldürülmesinin ardından, şimdi, maalesef İsrail ordusunun Filistin’i nasıl acımasızca topyekün cezalandırdığını yüreklerimiz yanarak izliyoruz.
Gazze’deki intikam saldırıları gitgide dayanılamaz bir hal alıyor. Tutuklamalar, cinayetler, çatışmalar, meydan dayakları, yıkılan evler, askeri saldırılar içimizi parçalıyor. 16 yaşındaki Filistinli Muhammed Ebu Haydar’ın canlı canlı yakılması ve 15 yaşındaki Amerikan vatandaşı kuzeni Tarık Ebu Haydar’ın Florida’daki evine dönmesine izin verilmeden önce vahşice dövülüp İsrail’de alıkonulmasıyla başlayan bu akıl almaz çılgınlık daha ne kadar sürecek kestirmek zor. İnsan bütün bu olaylar karşısında ister istemez Filistin ve İsrail’de meydana gelen bu etkiye karşı tepki olaylar zincirinin sanki hiç bitmek tükenmek bilmeyeceği hissine kapılıyor.
Bu arada, görünen o ki, bir çokları ABD’nin bölgedeki rolünün yükseldiğini düşünüyor. Ama öte yandan, bir çok Amerikalı mevcut duruma Amerika’nın müdahalesinin olayları daha komplike ve tehlikeli hale getirmekten başka bir işe yaramayacağı görüşünde. Hatırlarsanız, 30 Haziran’da ölü olarak bulunan İsrailli gençlerin kimliğinin tespit edilmesinin hemen ardından, sadece bir kaç saat sonra Başkan Barack Obama, “Bir baba olarak bu aileler için evlatlarını kaybetmek ne kadar dayanılmazdır tahmin edemiyorum!” diye bir açıklama yaptı ve ekledi: “ABD bu masum geçlere yapılan terör eylemini şiddetle kınıyor.”
Obama’nın o zaman doğru olanı yaptığını düşündüm ancak aynı Obama’nın o zaman bu zamandır Filistinli sivillere karşı devam eden vahşet karşısındaki sessizliğini anlamak mümkün değil. Hele Beyaz Saray’da verilen iftar yemeğinde yaptığı konuşmada israil Hamas tarafından atılan roketlere karşı kendini korumak zorunda olduğunu söyleyerek bu durumu onaylaması yenilir yutulur gibi değil. Bu gafilce açıklama yalnızca Filistinlileri değil vicdan sahibi tüm insanları derinden yaraladı ve Obama’nın sosyal adalet anlayışına gölge düşürdü.
Gazze’de süregelen vahşet aciliyet gösteriyor. Taraflar arasındaki problemin çözülmesi için mantıklı ve etkin çözüm önerilerine ihtiyaç var. Ancak taraflar arasındaki en büyük problem güven. Bu güven oluşmadıkça barış sürecinin başlayabilmesine imkan yok.
Hayatını kaybedenlerin ve yaralıların sayılarını mukayese edecek olursak tartışmasız Filisti’nin mağduriyeti mukayese götürmez. Fakat, Filistinliler’in ve Müslümanların duygularını nasıl ifade ettikleri konusunda da durup düşünmek gerekiyor. Mesela üç masum İsrailli gencin ölüm haberlerini aldığımızda kimilerinin bunun bir ‘bedel’ olduğunu dile getirmesi “Eden bulur.” deyip yapılan yanlışın arkasında durması ne kadar adildi? Hatta katil zanlısı bir gencin annesinin “Eğer onları benim oğlum öldürdüyse bununla gurur duyarım.” açıklama yapması hangi annenin yüreğine dokunmaz? Böyle bir yaklaşım ne kadar İslamidir ya da ne kadar insanidir? Bu açıklamalar karşısında hissettiğim mahcubiyet bana 11 Eylül saldırıları sonrası Orta Doğu’da, sokaklarda Amerikan bayrağı yakıp neşe içinde halay çekenleri gördüğümde başımdan aşağı kaynar sular boşalmışcasına duyduğum utancı hatırlattı.
Oysa, olumlu bir değişim ancak olumlu bir taleple gelebilir. Şimdilerde sosyal medyada “İsrail cehennemin dibine git” diyerek nefret kusan paylaşımlar gördükçe “Neden birilerini cehenenemin dibine göndermek yerine tüm insanlık için dünyayı cennete dönüştürmeyi dilemiyoruz?” diye sormadan edemiyorum kendi kendime. Tüm bu çirkinlik ve vahşet bir karış toprak için. Peki ya kaybettiğimiz değerler? Bu savaşın bir kazanını olamayacağını ve bizi varmak istediğimiz yere asla ulaştıramayacağını görmek bu kadar zor mu? İnsanlığın büyük bir komada olduğunu görmüyor muyuz?
İki evladı olan bir anne olarak tüm bu kayıplar karşısında kalbim paramparça. Hele de mübarek Ramazanda ayında. Gün, karşımızdakinin nasıl hissettiğini anlayabilmek için samimiyetle çabalama zamanı. Yapmamız gereken, farklılıklarımız yüzünden birbirimizi suçlamak yerine; farkılıklarımızla birlikte birbirimize anlamaya çalışmak olmalı.Mevlana’nın dediği gibi,
‘‘Sen düşünceden ibaretsin.
Geriye kalan et ve kemiksin.
Gül düşünür gülistan olursun.
Diken düşünür dikenlik olursun.”
Birbirimizi suçlamak yerine tüm insanlığın barışı için dua etmeliyiz. Sevgiye ihtiyacımız var ama sevgi, nefret ve kızgınlıkla aynı kalpte barınmıyor. Dualarımız, ancak, kendi çocuğumuza ettiğimiz duayı samimiyetle tüm insanlık için edebildiğimizde kabul olacak.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment