İslam’da kadın ve cihad
Biliyorum, başlık sizi rahatsız etti. Belki de ürküttü. ‘Cihad’ kelimesini görünce çoğunuzun aklına bir dolu olumsuz düşünce üşüştü. Nahoş görüntüler gözünün önünden film şeridi gibi geçti, gitti. Maalesef, cihadın içeriğine ilişkin çok büyük bir yanlış anlama söz konusu. Aslında Batı’nın bize sunduğu gibi korkunç bir şey değil cihad. Samimiyetle yüreğini Allah’a açan müslümanın nefsini yenme yönünde çektiği sıkıntılar dizisinin adı. Egoya karşı kazanılmış bir zafer.Üstelik şiddetle ilişkilendirilemeyecek kadar yüce… İşte tam da bu yüzden günümüzün İslam toplumlarında kadınlarımız için şart. Artık İslam dünyasında yer alan hanımların nelere vakıf olduklarını gösterebilmek için ayağa kalkma vakitleri geldi de geçiyor.
Nana Asmau ya da Fatıma el fahri isimleri size bir çağrışım yapıyor mu? Eğer bu hanımların ismini duyduysanız haklarında ne kadar bilgi sahibisiniz? Onların insanlık tarihindeki önemlerine ilişkin ne biliyorsunuz? Günümüze gelecek olursak üç Müslüman kadın alim, kadın hakları ya da insan hakları savunucusunun adını sayabilir misiniz? Fatıma El Yeşrutiyye , Kadriye Muhtar Mai, Mohja Kahf, Amina Rasul-Bernardo veya Ingrit Mattson isimlerini hiç duydunuz mu? Eminim, bu isimleri ya ilk kez duydunuz ya da haklarındaki bilginiz çok sınırlı! Peki, hanım toplum liderlerimiz niçin sayıca bu kadar az ve bizim onlar hakkındaki bilgimiz böylesine sınırlı?
“Kadınlar hala bulundukları kurumlarda birlikte çalıştıkları erkek meslektaşları ile aynı sorumluluklara ve yetkilere sahip değiller” diyor Trinity Collage’da din dersleri veren Profesör Hümeyra Ziyad. Bahsettiğine göre kadınlar kendilerine ya eşit davranılmadığından ya da öne çıkan tek kadın olarak hedef gösterilmekten yorgun ve şikayetçi. Bu problemin çözümü içinse sadece kadınlara özel toplantılar, programlar düzenlemelerini hatta sadece kendilerine ait eğitim merkezleri açmalarını tavsiye ediyor. Ziyad’a göre bu vesileyle bir araya gelen kadınlar birlikte özgürce ibadet edebilecek, İslam’ın tarihsel serüveni veya güncel durumu hakkında fikir alışverişinde bulunabilecek ve kişisel maneviyatını ilerletebilecek. Ziyad, “Bu tip birlikteliklerin oluşturulabilmesi, kadınların hem birbiriyle, hem de ilahi güçle iletişimini artırabilmeleri açısından çok önemli” diyor ve sürdürüyor “Çünkü kadınlarların erkeklerle birlikte bulundukları ortamlarda kapasite açısından hiç bir eksikleri olmamasına rağmen kadınlara görev düşmüyor. Bu da onların içlerine kapanıp sesizleşmesine yol açıyor. Bu sesizlik manevi olarak ilerlemelerine ya da bu konudaki arzularına ket vurabilir. ABD’de eğitimli dindar kadınların kendilerini ait hissedebilecekleri kurumlar yok denecek kadar az.”
Homayra Ziyad’a hak vermemek mümkün değil. Genel olarak bakıldığında İslam toplumlarında kadınlar maalesef tevazuyu yanlış yorumladığı için hep arka planda kalıyor. İslam alemindeki hanımlara niçin sessiz kaldıklarını sorduğunuzda genellikle nefsini terbiye etmek ve Allah’a daha yakın olabilmek, yani takvasını koruyabilmek için sesiz ve görünmez olmayı tercih ettiği cevabını alırsınız. Oysa, Kuran-ı Kerim ‘kadın ve erkeğin Allah katında eşit olduğunu, ancak takvaca yüksek olanın daha üstün bir yerde olabileceğini’ söylerken sadece kadının sosyal alanda rol alma görevini terketmesini; nefis terbiyesi gereği geride durmayı kendine prensip edinmesini anlamak mümkün değil.
Hanımların bu yaklaşımı ister istemez onları günümüzdeki İslam fotoğrafının dışına itiyor. Bu yüzden çağlar içinde İslam, bu sunumuyla yanlış anlaşıldı. Bir çokları onu kadınlar için temel haklarının kazanılmasında engellerle dolu bir sistem olarak görüyor ve günümüzdeki yaygın temsiliyle, malesef erkek egemen, pederşahi bir din olarak algılanıyor.
İslam’a göre kadınların insanlığa hizmet etme konusunda Allah katında erkeklerden ne eksik ne de fazla olduklarını unutmamak, unutturmamak lazım. Pakistanlı Malala Yousafzai’yi düşünün. Dindar bir Müslüman olarak niçin kız çocuklarının eğitimi konusunda mücadele veriyor? Çünkü tüm dünyaya Müslüman kadınların hem dindar, hem de eğitimli olabileceğini ve bunu hakkettiklerini ispatlamaya çalışıyor.
Çevrenize bir bakın. Ne görüyorsunuz? Yeterince rol model var mı? Olanlardan biz ne kadar haberdarız? Sizce de dünyayı daha yaşanır bir hale getirebilmek için daha çok Zeynep Gazali’lere, Tevekkül Kerman’lara veya Maria Ulfa’lara ihtiyaç yok mu? Bu hanımların kendi yaşadıkları toplumları olumlu yönde nasıl değiştirdikleri ortada. Barış için ve dünyayı daha yaşanır kılabilmek için kadınların katkısı azınsanamaz. İşte bu yüzden biz Müslüman kadınlar, toplum hayatına daha aktif katılmayı, toplumun kalbini Allah sevgisi ile kazanmayı kendimize hedef edinmeliyiz.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment