Fareli metronun müzisyenleri….
New York’ta günlük hayatın vazgeçilmez unsurlarından biri, şüphesiz yüz yıllık tarihiyle metrosu olmalı. Metronunsa, müzisyenleri…
Günün her hangi bir anında, bu yer altı dünyasında, adeta bir dehlizde gibi ilerlerken, belki de canınızın en sıkkın olduğu bir sırada, umulmadık bir melodi, alır sizi hiç görmediğiniz diyarlara götürür. Siz kendinizi, her dilde, derin bir yalnızlık içinde hissederken, oracıkta, bilmediğiniz bir lisanda, tavşan yumuşaklığında bir şarkıyla kucaklaşıverir; bilinmedik bir melodi eşliğinde yepyeni duygularla sarmaş dolaş olursunuz… Farelerine, pisliğine, eskiliğine ve kalabalığına rağmen, sırf bu yüzden çok severim New York metrosunu…
Diğer yandan müzisyenlerin çesitliliği, kentin kozmopolit yapısının en güzel yansıması olarak karşınıza çıkar. Mesela, bir istasyonda Güney Afrikalı biri, davuluna tempo tutarken, bir sonrakinde bir Uzak Doğulu, daha önce hiç görmediğiniz, yöresel bir entstrüman çalıyor olabilir.
Bu arada, unutmadan, metronun dansçılarından ve onların çesitliliğinden de bahsetmek lazım! Dansöz mü istersiniz, break dans grubu mu, tango mu yoksa salsa mı? Ne arasanız var…Siz hangi istasyonda ineceğinizi bilin yeter. Bir çok hattın kesiştiği 42 Grand Central, 42 Time Square ve 14 Union Square istasyonlarını, müzik seçeneklerinin bolluğu açısından tavsiye edebiririm.
Orhan Veli’nin “bedava yaşıyoruz” şiirini her gün, her saniye damarlarınızda hissettiren, hiç bir şeyin bedava olmadığı New York’ta, tabi metroda performans yapmak da bir bedel istiyor. Metronun kayda değer kısımlarını(!) kullanan sanatçılar, burası için belli bir kira ödüyor. Şimdi bunu biraz açmam gerek; iki çesit metro sanatçısı var: Bir grup, metronun içinde yolculuk ediyor ya da inilip binilen bölümleri kullanıyor. Diğerleri ise, daha profesyonel. Onlar, New York metro idaresinden kiraladıkları bölümde performans veriyorlar. Haftanın belli günleri, aynı yerde aynı saatte onları görebiliyorsunuz. Kimileri bir yandan şarkılarını söylerken bir yandan da CD’lerini satıyor ve internet sitelerini tanıtmaya çalışıyorlar.
Tabi, zaman içinde, gide gele bazı favoriler edinmemek mümkün değil. Mesela ben, beş kişilik kızıldereli Sinchikuna müzik grubunu çok seviyorum. Onları her gördüğümde, mutlaka durup biraz dinliyor; güzel melodilerine tempo tutuyorum. Hatta bir CD’lerini de aldım. Bazen çalışırken dinliyorum. Etnik müzik aletleri ve batı müziği enstrümanlarını birlikte kullanarak yaptıkları bu müzik, bana ninni gibi geliyor…
Şimdi akla, “Bu insanlar performans yapmak için New York gibi bir kentin barları, gece klüpleri, lokantaları veya sokakları dururken neden metronun labirenti andıran koridorlarını seçer?” sorusu gelebilir. Ben de merak ettim sordum. Cevaplar hayli ilginçti:
“Bir patrona köle olmamak için.” (Sam)
“Sokaklardan veya barlardan daha güvenli ve rahat olduğu için.” (Steve)
“Vücudumu değil; yalnız sanatımı satmak istediğim için.” (Pam)
“Kovulma derdi olmadığı için.” (Jimmy)
“İstediğim tarz müzik yapabildiğim için.” (Tom)
Düşündürücü değil mi?
Siz düşünedurun bana müsade! Ancak evden hemen çıkabilirsem işe gitmeden önce, Grand Central durağında caz solisti Heather’i biraz dinleme şansını kaçırmayacağım çünkü…
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment