Zaafları ile mücadele edebilen nesiller yetiştirmek
Tolstoy’un “İnsana Ne Kadar Toprak Lazım” isimli eseri yaşanmış ve yaşanmakta olan pek çok insani meseleye ışık tutuyor olması münasebetiyle oldukça büyük kıymet arz etmektedir. Bu hikâye bana göre, psikoloji eğitimi veren bütün fakültelerde daha en başta öğrencilere okutulması gereken önemli bir çalışmadır. İnsanın kendisini bilmesi psikolojik farkındalığın ilk basamağıdır. Hikâye, bizi bize kapsamlı bir şekilde anlatıyor olması münasebetiyle dikkatle odaklanılarak okunulması gereken bir yapıttır.
Hikâye oldukça uzun, ben sadece özet olarak aktarıp, asıl kendimize ve neslimize bu parçadan çıkarabileceğimiz dersleri sizlerle paylaşmayı istiyorum. Tolstoy, hikâyede hep daha fazla ve daha verimli toprak sahibi olmak isteyen Pakhom isimli hırslı bir rençberin yaşadıklarını akıcı bir dille okuyucularına iletir. Pakhom toprak ağası bir hanımın yanında neredeyse karın tokluğuna çalışan ama mutlu yaşayan bir toprak işçisidir. Zengin akrabalarına ve hanım ağasına imrenmekte, biraz toprağı olmasını canı gönülden arzu etmektedir. Sahip olacağı küçücük bir tarlanın kendisine ve ailesine büyük bir katkı sağlayacağını, hayatındaki en önemli boşluğun böylece dolacağını düşünmektedir.
Fakirdir ama huzurludur. Fakat mala karşı büyük bir zaafı vardır. Zaafı olduğu halde çok büyük konuşmakta kendisini en zayıf olduğu hususta en sağlam duruşa sahip olarak görmektedir. İnsanların zaafları şeytanların hareket sahasını temsil etmektedir. İddialı olduğu bu hususta o da diğer iddialı insanlar gibi imtihan edilecektir. İmtihan hanım ağadan 100 dönüm toprak satın almasıyla başlar. Sonrasında bir akşam evlerinde bir yolcuyu misafir eder. Misafir Volga’nın kıyısında ekinlerin at boyu büyüdüğünü, toprağın ucuz olduğunu kendisine anlatır.
Pokhom satıp savar, Volga’nın kıyısında 400 dönüm yer satın alır. Artık durumu çok iyidir ama hâlâ halinden memnun değildir. Bir gün seyyar bir tüccar ona uzaklarda, Başkurt’ların yaşadığı bakir topraklardan bahseder. Bu topraklar o kadar geniştir ki insan bir sene durmadan yürüse sonuna ulaşamaz. Ama Başkurt’lar saftır, birkaç rubleye ellerinden binlerce dönüm satın alınabilmektedir.
Pokhom yanına hediyeler alarak gene yollara düşer ve Başkurt’lari bulur. Her şey tüccarın anlattığı gibidir. Pokhom toprak satın almak istediğini söyler. Hediyeler Başkurt’ları memnun etmiştir. Kendisine günlüğüne bin ruble vermek kaydıyla yürüyerek ne kadar mesafe kat ederse ona o kadar toprak verilecektir. Pakhom’un, gözünün gördüğü her yeri bir şartla alabileceğini söylenir. Şartı şudur: Pakhom bir noktadan almak istediği toprağı küçük çukurlar kazarak işaretleyecektir ancak, akşama kadar istediği genişlikte araziyi kazarak başladığı noktaya gelmek zorundadır. Aksi takdirde toprak alamadığı gibi verdiği parayı da kaybedecektir.
Onun ihtiyaç duyduğu üç arşın kadar bir topraktı
Pakhom güneşin doğuşuyla koşmaya başlar. Hoşuna giden merayı büyük bir hızla işaretlemeye başlar. Yolun yarısı geçmiştir ki güzel bir ırmak görür. “Burayı da arazimin içine katarsam iyi olur, değerli bir alan” der. Sağa doğru koşu alanını daha da fazla genişletir. Güneşin batmasına az kalmıştır. Ayakları yara içindedir, çok yorulmuştur ama ne olursa olsun başladığı yere güneş batmadan yetişmelidir. Hırs gözünü bürümüştür. Hızını arttırır, var gücüyle koşar. Alkışlar içerisinde güneş batmadan başladığı yere yetişir. O yorgunlukla yıkılır kalır. Başkurt’lar seslenir ama cevap alamazlar. Ağzından kan gelmiş ve çatlayarak ölmüştür. Rençber olarak doğan Pakhom efendi olarak zelil bir şeklide ölür. Yarışın başladığı ve bittiği noktaya, hemen o yıkıldığı yere gömülür. Ve burada ibret verici o son sözü Tolstoy bize söyler: “Bu hırslı Rus köylüsünün ihtiyaç duyduğu yer, toplamda üç arşın kadar bir topraktı…’’
‘Nefsini bilen, kendini bilir’ sözü hadis diye rivayet edilir. Bu sözü insanın kendisine ait hususiyetleri tanıması ve nefsini keşfetmesi, vâhid-i kıyasî olarak, Zât-ı Uluhiyyeti tanıma adına oldukça önemlidir şeklinde yorumlayabileceğimiz gibi insanın kendisini tanımasının mutlaka ulaşılması gereken bir hedef olarak bize tayin edildiği şekliyle de yorumlayabiliriz. Şimdi kendi kişilik yapımızı keşfetmeye çalışalım.
Kişilik yapımız dört kısma ayrılır
Kişilik insanın güçlü ve zayıf bütün özelliklerin toplamına verilen isimdir. İnsan kişiliği, yapısı bakımından dört kısımdan oluşur. Birinci kısımda insanın ve çevresinin çok iyi bildiği kişisel özellikler yer alır. Mesela çalışkan ve dürüst bir kişiliğe sahiptir. Bu özelliklerini hem kendisi hem çevresi çok iyi bilmektedir. Kişiliğin en parlak ve belirgin yeri bu kısımdır. İkinci kısmı insanın kendisinin çok iyi bildiği fakat diğer insanlardan sakladığı hususiyetlerinin bulunduğu kısımdır. Özellikle zaaflarını, itina ile kendisinden başka herkesten saklar. Mesela karşı cinse olan zafiyeti olması gerekenin çok üstündedir. Bu mesele onun dünyasında çok önemli yer tutmaktadır. Ama bu sıkıntının farkında olan sadece kendisidir. Bastırdığı duyguları davranışa dönüşmemekte ve çevresi böyle bir zafiyetten habersiz yaşamaktadır. Ama kendisi olup bitenin tamamının farkındadır.
Sen inatçı bir insansın
Üçüncü kısım kendisinin bilmediği belki inkâr ettiği ama insanların gözünden kaçmayan kişilik özelliklerinin toplandığı bölümdür. “Sen inatçı bir insansın.” derler bize, ama belki de diyenlerin ne kadar haklı olduğunu göstermek istercesine hep inkâr ederiz, “Hayır kesinlikle, o ben değilim.” deriz. Sırtımızı göremediğimiz gibi kişiliğimizin de bir nevi sırtı olan bu kısmına iç görüşümüz yabancıdır. Kişiliğimizde en önemli kısım dördüncü kısımdır. Sizin de yukarıda yaptığımız tasnife bağlı olarak tahmin ettiğiniz gibi, kişinin ne kendisinin ne de çevresinin bilmediği özelliklerinin bulunduğu kısımdır dördüncü kısım. Bu kısım çok önemlidir çünkü kişinin hiç karşılaşmadığı fakat bir gün karşılaşma ihtimalinin bulunduğu durumlarda vereceği tepkiyi insanlar burada barındırır.
Dolayısıyla yabancısı olduğu bir durumda kişinin nasıl davranacağını ne kendisi ne de bir başkası tarafından kestirilemez. Örneğin hiç zengin olmamıştır, paraya hükmetmemiştir. Zenginliğin ona kişilik olarak ne kazandıracağını ve kaybettireceğini öncesinde bilemez. Böyle bir duruma çevresi de şahit olmadığı için onlarda kestiremez. Tolstoy’un kahramanının da kaybettiği nokta tam burasıdır. Veya başka bir insan hiç güce hükmetmemiş, hiç insanların başına geçip onlara idarede bulunmamıştır. Makama ulaştıktan sonra nasıl bir idareci olacağını ne kendisi ne çevresi önceden kestiremez. Çok zaman “Allah Allah ne hoş insandı. Ama bu makamlara erince farklı bir hale büründü, Neden böyle despotça davranıyor anlayamıyorum.” dersiniz. Bir insanın öncesinde iyi bir insan, iyi bir arkadaş, iyi bir meslek erbabı olması onun iyi bir idareci olacağı manasına gelmez çünkü makam bu saydıklarımızdan çok farklı bir sahadır. İnsanın zafiyet noktalarından en önemli olanlarından bir tanesini temsil eder. Böyle bir sahayla ilk kez karşılaşacak olan şahsın ortaya koyacağı tavırlar kendisi dâhil olmak üzere pek çok insan için öngörülemez keyfiyette olabilecektir.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment