İlk Kurşunu Âlimlere Sıkarlar
Osmanlı’da camii imamları kendilerini sadece namaz kıldırma memuru olarak görmezlerdi. Almış oldukları nitelikli eğitimle hem halk hem devlet nezdindeki statüleri ilim sahibi insan manasına gelen ‘Hoca’ sözüyle ifade edilirdi. Hocalar, imamlık öncesi ağır bir eğitimden geçerlerdi. Dini ilimlere vakıf oldukları gibi fenni ve sosyal bilimlere de vakıftılar. Onların yeterliliklerinin ispatı kendilerine verilen resmi ve sosyal görevlerin büyüklüğünde gizlidir.
Osmanlı şehir mantığında önce mahallenin ortasına cami kurulur sonra camiinin etrafında mahalle oluşturulurdu. Cami hocası mahalle muhtarı kabul edilir devlet tarafından o muhatap alınırdı. İmamlar ailevi ve hukuki meselelerde söz sahibi insanlardı. Ailevi ve sosyal problemlerde hakemlik yaparlardı. Ceza verme yetkileri vardı. Üstelik mahallenin tek âlimi hocalar değildi. Neredeyse her mahallede bir tane bulunan dergâhlarda hizmet veren şeyhler ve dervişler de kendisine tabi olanlar adına birer pusula hükmündeydiler.
Âlimler toplumların güneşidirler. Âlimi olmayan toplum karanlıkta kalır. O yüzden dinimizde ‘Âlimin ölümü âlemin ölümü’ kabul edilmiştir. Âlimlerin terbiyesinden geçmeyen kişiye cahil denir. Eğer böyle bir insan makam sahibi de olmuşsa toplum adına büyük kayıplara sebep olabilir. Bu yüzden Osmanlı sultanlarının her birinin ders aldığı birçok âlim vardır. Bu bir çok alimin yanında kendisine hakiki manada hayırhahlık yapan özellikle bir tanesi mevcuttur. Bu kişi Osman Bey de Şeyh Edebali iken, Fatih’te Akşemsettin’dir.
Âlimlerin topluma en büyük etkisi net olarak gördükleri dünya hayatının arkasında flu gözüktüğüne inandıkları ahiretin aslında kendilerine çok yakın olduğunu ifade etmesiyle oluşur. Hakiki âlim ahiret tabanlı düşünen ve hareket edendir. Nefsin ve neslin ıslahı için gayret sarf eder. Bu yüzden basit insanların değer verdiği para, makam, kadın gibi hususlara karşı iştiyak duymaz. O gelip geçici ama çekici olan bu değerlerin yerine hedef olarak rıza-i ilahiyi koymuştur. Kendisini bu hedefe ulaştıracak ibadetlere ve dini hizmetlere gönül vermiştir.
Şeytanın hayatın her kademesinde belirgin bir üstünlüğünün bulunduğu asrımızda Âlimin ifade ettiği mana diğer dönemlere nispetle daha çok öne çıkmaktadır. Zira hadisin ifadesiyle bu dönem insanların sabah evlerinden imanlı çıkıp akşam imansız dönecekleri veya imanlı olmanın elde kor taşımakla eşdeğer olacağı bir dönemdir. Bu dönem sağlam bir âlimin arkasında yol yürünmezse şeytanın kurduğu tuzaklar tek kişilik gayretle aşılamaz.
Âlimin Peygamber sevgisi çapını gösterir. Bu insanlar şeytanın hükmettiği kaleleri fetih adına Peygamberinin ismini dünyanın dört bir yanına götürebilmeyi asli vazife kabul ederler. Çünkü ona göre insan hakiki değerini peygamberini tanımakla elde edecektir. Peygamberini tanımayan insanlar İslam beldesinde yaşasa bile imanla bu dünyadan göçemeyecektir. Belki de kırk vefattan bir veya ikisi imanla gitmektedir. Hayatlarını cinnet seviyesinde peygamberin tanıması ve tanıtılmasına sarf ederler. Bu yüzden sözüne itibar eden insanlara sürekli bu mevzunun tahşidatını yaparlar.
Âlimler içinde insanların yandığı yangını görmüş ve bu yangın içerisinde yananları evladını kurtaran bir baba telaşıyla çıkarmanın peşindedir. Sürekli sevenleriyle birlikte koşturup ateşe su dökmeye çalışmaktadır. Bu arada bu koşuşturma birilerini rahatsız edebilir. Ne güzel şurada yiyip içiyor, rahatça eğleniyorduk, nereden çıktı bu adam diyebilirler. Hatta bazıları bu yapılanlar ne kadar güzel şeyler dediği için birileri güzel olanı bizden başkası yapamaz. İlla varsa yapılacak bir güzellik onu biz yaparız diye kıskançça da düşünebilir.
Yani âlimin seveni çok olduğu gibi sevmeyeni de çoktur. Sevmeyenler rahatları için kendileri gibi basit şeylerle yoldan çıkmayacağını çok iyi bildikleri âlimleri toplum nezdinde itibarsızlaştırma çalışması içerisine girerler. Âlimi para, makam gibi dünyevi güzelliklerle kendisine bağlayamayan bu insanlar âlimin en önemli vasfını tartışma konusu haline getirirler. Mesela vatan sevdalısı olan bu insana ajan veya terörist diyebilirler. Bu durum bir nevi en yüksek çapa sahip olan merminin âlimin devrilmesi için kendisine sıkılmasına benzemektedir.
Tabi temel amaç âlimin sosyal etkisini kırabilmek ve kendisine itibar eden insanların sayısını azaltabilmektir. Aynen savaşırken askerlerin önce rütbelileri vurup arkasından başsız kalan askerin panik yaşamasını sağlaması gibi. Böylece toplumda yaptığım yanlışları sorgulayabilecek insan sayısı çok az olacak ve ben de rahatça hareket edeceğim diye düşünürler. Bu tamamen nefsi ve cahilce hamle âlimin kıymetini sevenlerinin nazarında azaltmadığı gibi bu tasallutta bulunanların üzerine gazab-ı ilahiyi çeker.
Artık Osmanlı döneminde olduğu gibi nitelikli imamlara ve Hak dostlarına sahip değiliz. Milletimiz tam manasıyla âlim noktasında bir kaht-ı rical yaşamakta. Üstelik âlimin eksikliğinin ziyadesiyle hissedildiği bu dönemde var olanlar da insafsızca haysiyet katliamına tabi tutulmakta. Bu mantıkta olan toplumlarda âlimler maalesef yaşarken kıymeti bilinen insanlar olamamakta. Toplum onları kaybedince ve eksikliğini duyunca kıymetini anlamakta
Allah bizleri âlimleri hayattayken kıymetlerini bilme şuuruna erdirsin.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment