İki profesörden iki kıymetli ders
Üniversitede kendisinden ders aldığım, o zaman doktor, şu an profesör olan bir hocam başından geçen ilginç bir hadiseyi şöyle nakletti:
“Her ikisi de doktora öğrencim olan bir çifti evlerinde ziyarete gittim. Bayan bana kahve hazırlamak için mutfağa, beyi de kitap getirmek için mutfağın karşısındaki odaya geçmişti ki, iki yaşını çoktan geçmiş olan çocukları evin koridorunda yürürken birden düşüp ağlamaya başladı. Can hıraş bir şekilde ağlıyor anne ve babasını kendisine yardıma çağırıyordu. Birisi mutfaktan, diğeri odadan olmak üzere anne-babanın her ikisi birden çocuğu yerden kaldırmak düşüncesiyle ok gibi fırladılar. Fırladılar ama fırlamalarıyla koridorda birbirleriyle çarpışıp yere kapaklanmaları bir oldu. Çok komik bir durum söz konusuydu. Bütün aile koridorda düşmüş, yerde yatıyorlardı. Anne-baba başlarını tutup inliyor, onların çarpışıp yere düştüklerini görüp, korkan çocukları ise öncekine nispetle daha şiddetli ağlıyordu. Yanlarına geldim ve kendilerine yüksek sesle kızarak ‘Siz ne yapıyorsunuz Allah aşkına, bir de doktora öğrencisi olacaksınız, bu çocuğu yetiştirebileceğiniz en kötü şekilde yetiştiriyorsunuz.’ dedim.
Çok kızmıştım zira; çocuğun yaşı çoktan düştükten sonra kalkabilecek olgunluğa gelmişti ama anne babanın gösterdiği ölçüsüz sevgiyle çocuk şımarmış, düştüğü yerde hamle yapmadan sadece ağlayarak ve bağırarak kaldırılmayı bekler hale gelmişti. Çocuk yerde yatarken ters dönmüş bir kaplumbağa gibi kendisini çaresiz hissediyordu. Anne veya babasının gelip kendisini kaldırmadan kesinlikle ayağa kalkamayacağını düşünüyor olmalıydı. Halbuki ortalama bir yaşında yürümeye başlayan çocuklar, yürürken yere düştüklerinde, kaldırmak için müdahale ettiğinizde sizi elleriyle iterler, kendileri kalkmayı tercih ederlerdi. Bu çocuğun yaşı neredeyse üçe geldiği halde, düştüğü yerden bile kalkamayacak kadar kendisini aciz hissetmesi görmüş olduğu ölçüsüz sevgiden kaynaklanmaktaydı.”
Şimdi de sıra bir başka profesörün verdiği derste. Öğrenci velilerimizden bir tanesi anlatıyor: “Kalbimde bir sızı hissettim. Biraz da pimpirikli bir insanım hemen bir kardiyoloji profesöründen randevu alıp muayene olmak üzere hastaneye gittim. Profesör bir süre önce kısmi felç geçirmişti, vücudunun bir kısmı tamamen işlevsiz hale gelmişti. Ama hayata küsmemiş, bir müddet istirahat ettikten sonra eline baston gibi bir şey alarak tekrar hasta kabulüne başlamıştı. O haliyle yavaş yavaş, otura kalka beni bir güzel muayene etti. Muayene ederken çok zorlanıyordu ama pratikliğiyle bir şekilde hallediyordu. Bir ara oturduğu yerden kalkarken koluna girip yardımcı olmak istedim. Birden sertleşti. Bana dönüp ‘Sen ne yapıyorsun?’ diye haykırdı. Onun sert çıkışından ürküp ‘Hocam kötü bir niyetim yok size yardım etmek istemiştim’ diye kısık sesle karşılık verdim. Yüzüme dik dik bakarak ‘Bir sonraki hasta geldiğinde de burada olacak mısın?’ diyerek beni tersledi. Daha benim ağzımı açmama fırsat vermeden ‘Hadi bir sonraki hastada bana yardım ettin, yarın da yardımcı olmaya gelecek misin?’ dedi. Altın vuruşu en son söze bırakmıştı. ‘Bırak beni, benim bu yeni halimle hayata tutunmayı öğrenmem lazım, sen bana yardımcı olmak isterken aslında kötülük ediyorsun’ dedi.”
Sevginin de fazlası zarar
Her iki profesörün nasihatları ebeveynlerin kulaklarına küpe olmalıdır. İnsanın hayatiyetinin devamı sadece ekmek, su, hava ile olmaz; insan mutlaka değerli olduğunu bilmek ve kendisini emniyette hissetmek ister. Yani sevgi ve güven duygusu kişinin hayata tutunması için ihtiyaç duyduğu ana beslenme kaynaklarındandır. Çocuk adına sevgi duygusunun ana kaynağı anne, güven duygusunun ana kaynağı da babadır. Nasıl ki insanın ihtiyacından çok yemesi ve içmesi aslında kendisine hayat kaynağı olduğu halde ekmeği ve suyu onun yaşamı adına tehdit haline getirir, aynı şekilde ebeveynden kaynaklanan ve ölçüsüz verilen sevgi ve ilginin fazlası da çocuğa zarar vermektedir.
Özellikle ailesi tarafından sevgi zehirlenmesine maruz kalan çocuklar okullarda öğretmenleri fazlasıyla yormaktadırlar. Bu çocuklarda ilerleyen dönemlerde doyumsuzluk, kurallara uyma hususunda eksik hassasiyet, özgüven düşüklüğü, gruba dahil olamama gibi anti sosyal davranışlar görülmektedir. Anne babaların görevi çocuklarını hayata hazırlamaktır. Anne babanın kendi canlarından aziz gördükleri evlatlarına olan sevgileri çok zaman çocuklarını hayata tutunamaz hale getirmektedir. İyi bir anne baba evladını yetiştirirken onun işleyen eli, yürüyen ayağı, düşünen beyni olmaktan ziyade ebeveynine ihtiyaç duymadan kendi ayakları üzerinde durabilmesini sağlayan kişidir. Günümüzde pek çok ebeveyn çocukların hayata kazandırılması adına en büyük engeli teşkil etmektedir.
İnsan nasıl gözleriyle sadece vücudunun ön kısmını görebiliyorsa aynı şekilde içinde bulunduğumuz modern hayat da anne babaları sadece evladını gören, evladı dışında anne, babası, kardeşi, arkadaşları ve komşuları dahil olmak üzere kimseyi görmek istemeyen bir varlık haline getirmiştir. Bu çarpık mantıkla hayat süren ebeveynler sevgilerini kendilerine emanet verilen evlatlarına münhasır kılıp diğer insanlardan esirgeme eğilimine girmektedirler. Bu dengesizlik ise çocuğun davranışlarında pek çok anormalliğe sebep olduğu gibi, ailenin toplum içerisinde kendi aile fertlerinden bir başkasıyla vakit geçirmeyen, en yakın akrabalarına bile yabancı olan, neye, ne kadar değer vereceğini, neyi, nerede, ne kadar ihmal edebileceğini bilemeyen içe dönük bir çekirdek aile tipinin oluşmasına da sebep olmuştur.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment