Evlilikte oynamanız gereken rollerin bilincinde misiniz?
Sahip oldukları sorumluluk bilinçleri açısından meseleye baktığınızda eşler ve tiyatro oyuncuları arasında büyük benzerlikler olduğunu görürüz. Sergilenen oyunun ve yaşanan evliliğin kalitesi bu işten sorumlu insanların üzerine düşeni hakkıyla yerine getirmesi ile mümkündür. Her iki sorumlulukta da bazen taraflardan o an içlerinden gelmeyen bir kısım yükümlülükleri bekleyebilir. İyi eş te, iyi oyuncuda o an olmaları gereken insanın özelliklerini en iyi şekilde sorumlu oldukları kesime yansıtabilendir.
Evlilikte eşlerin sorumlulukları sadece hayat arkadaşlarına karşı hissettikleri duygulardan ibaret değildir. Aynı zamanda bu duyguların tesiriyle üstlenilmesi gereken roller ve o rollerin gereği olarak ortaya konulması gereken davranışlar da vardır. Evliliğin iç yüzü kişinin eşine karşı hissettiği duygulardan, dış yüzü ise bu duyguların tesiriyle sergilenecek rollerden ve gösterilecek hassas davranışlardan oluşur.
Çiftler, eşleriyle muhatap olurken özellikle iki ayrı role bürünürler. Bu rollerden birincisi dost ve arkadaş olan eş, diğeri de sevgili olan eştir. Evlilik özellikle bu iki karakterin dengeli davranışlarıyla ayakta kalan bir kurumdur. Zaten evlilik bir denge kurma sanatıdır. Evlilik kurumu, eşlerden sadece dost ve sevgili olurken değil, evliliğin her safhasında dengeli olmalarını beklemektedir. Dengeli sev, dengeli öfkelen, hatta dengeli kıskan der. Ama asıl maharet; dost ve sevgili olma rolünü dengeli oynayabilmektedir. Birçok problem bu rollerden birini bazen de ikisini birden doğru oynayamadığımızdan yani sorumluluklarımızı ihmal etmemizden kaynaklanmaktadır. Hanımlar bu rollerden dost olmaya, beyler ise sevgili olmaya yaratılışları itibariyle daha çok meyillidirler.
Evliliğin ilk zamanlarında sevgililik boyutu ağır basar. İlerleyen dönemlerde ise dostluk boyutu kendisini daha çok hissettirir. Evliliği sadece sevgili olabilmekten ibaret gören ve bu güzel birlikteliği bedene hapseden insanlar, evliliğin ruhunu anlayamamış olan zavallılardır. Eşimizle beraber çıktığımız hayat yolculuğunda evliliğin belki de en unutulmaz anları, dost ve arkadaş olduğumuz zamanlarda yaşadığımız hatıralardır.
Evlilik, cismani noktada aslında oldukça dar ve zamanla kendisini tüketen bir alana sıkışmıştır. Evliliğin nitelikli kısımları dost ve arkadaş olunduğu zamanlarda yoğunlaştığı gibi bu zamanlar beden sağlığı ile sınırlanamaz. Yani yaşlandıkça azalan bir vasfa sahip değildir. Tam tersine zaman ilerledikçe dost ve arkadaş olabilme özelliği kişilerde daha çok artar. Bu sebeple, evlilikte birbiriyle dost ve arkadaş olamayan insanlar için iyi birer sevgili olabilseler bile ideal bir çift için olması gereken vasıfları taşımadıklarını söylemek abartılı bir yaklaşım olmayacaktır.
İki Ayrı Bedende Bir Can
Sevgili ve dost olma sorumluluğunu hayata geçirenler ‘Biz artık birbirimizi iki ayrı bedende yaşayan bir can gibi görmeye başladık.’ diyebilenlerdir. Bu olgunluğu yaşayabilmenin karşılığında, eşler mükâfat olarak öyle bir safhaya ulaşırlar ki, bu safhaya bağlılık safhası denir. Bu safhada çiftler, hayat arkadaşları adına o ana kadar hiç hissetmedikleri farklı duyguları hissetmeye başlarlar ve kendilerine emsalsiz bir sevgiyle bağlanırlar.
Bağlılık döneminde, evliliğin ilk döneminde olduğu gibi hatta ondan çok daha fazla romantik bir hava evliliğe hükmetmeye başlar. Eşimizin benzersiz bir insan olduğu duygusunu geçen onca zamanın yıpratıcılığına rağmen her zamankinden daha fazla bu dönemde hissetmeye başlarız. Bağlılık dönemine girdikten sonra artık, eşimiz olmadan sevdiğimiz bir kap yemeği bile yemek istemeyiz. Eğer o evde yoksa içeri girmeyi de hoş görmeyiz, azıcık baş ağrısı çekiyor diye dünyayı kendimize zindan edebiliriz. Artık onunla yaptığımız sıradan işler, hatta bir takım zahmetler bile farklı anlamlar kazanmaya başlamıştır. Pazara beraber gitmek, evin bahçesinde birlikte çalışmak bile tarifi imkânsız hazlar yaşatıyordur.
Evlilik Tarihinin İsimsiz Kahramanları
Bu kadar çok bağlanılan eşi kaybetmek; daha önce tadılmamış bile olsa, kalan eşe tam manasıyla bir yetimlik duygusu yaşatacak demektir. İçinde bulunduğu koca dünyayı eşini kaybettikten sonra çocuk ve torunlarının varlığına rağmen büyük bir zindan telakki eden ve yaşama sevincini tamamen kaybeden öyle insanlar vardır ki, bu insanlar bu özellikleri ile tam da konumuza örnek teşkil edecek vasıftadırlar. Eşini kaybettikten sonra onu her gün mezarına giderek ziyaret eden ve o öldükten sonra benim de içimde birçok şey onunla beraber gömüldü diyen, ona kavuşacağı günü, tezkeresine kavuşacak asker gibi heyecanla bekleyen niceleri vardır ki, onlar evlilik tarihine; vefalı eş olarak, eş olmanın hakkını veren isimsiz kahramanlar olarak geçmeye çoktan hak kazanmışlardır.
Bu insanlara; nasıl bu kadar sevdin, hiç mi kızmadın, ona hiç mi kırılmadın? diye sorduğunuzda şu ortak cevabı alırsınız “Elbette ben de kızdım ve kırıldım ama dünyevi bir sevgiyle ona bağlanmadım ki, bunları mesele edeyim. Bizim sevgimiz ebetlere kadar. Ben evlendiğim günden bu yana ona ebediyet arkadaşım nazarıyla baktım ve öyle sevdim. Böyle bir sevgiyle seversen işte böyle bağlanırsın. Tekrar ona kavuşacağım inancı, beni ayakta tutuyor, İnancım olmasaydı onunla beraber bu kalp de çoktan dururdu.” derler.
1 Comment
Only registered users can comment.
Sayın Özutku;
Ya, çok iyimsersiniz yada hanımınız melek. Ya da ananızı anıyorsunuz. “Hoşgörü “den hiç bahsetmiyorsunuz. Eğer eşin senin hatalarını , özürlerini! , suçlarını görür ve paylaşırsa ; bir dostu olur birde kabul olursa o zaman da sevgili…evlilık , dert ortaklığıdır ve anomim şirkettir..