Bu isnatlar hayatın olağan akışına ters beyler
Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında, Beştepe’de yapılan haziran ayı olağan MGK toplantısı medyada geniş yer buldu.
Suriye’ye askeri müdahale şayiaları altında toplanan kurul, medya tarafından kritik olarak nitelendiriliyordu. Gerçekten de kurul kararları açıklandığında toplantıyı takip edenlerin nitelemesinin hiç abartılı olmadığını gördük. Zira kurul üyeleri, bir devletin verebileceği en önemli karalardan bir tanesi olan savaş seçeneğini bu toplantıda etraflıca görüşmüşler ve belki de görüşmekle kalmayıp kararı bizzat almışlardı. Fakat bu kritik buluşmada görüşülen tek mesele pek çok zinde devleti karşımıza alabilecek kadar büyük olan askeri müdahale kararı değildi. Kurul, bu kadar yoğun bir gündemde en az müdahale kararı kadar önemli olan (!) bir diğer hususu da görüşmeyi ihmal etmemişti. Paralel Yapı ile mücadele kurul üyelerince konuşulmuştu
Sözde Paralel Yapı ile mücadele kararları malumunuz neredeyse 17 Aralık sonrası yapılan bütün MGK’ların sonuç bildirgesinde yer alıyor. Artık MGK sekreterlerinin bir önceki toplantı metninden kopyalayıp yapıştırdığını düşündüğümüz ve pek çoğumuzun da neredeyse metni ezberlediği kararlarda genelde şu minvalde sözler sarf ediliyor. “Milli güvenliğimizi tehdit eden, başta Paralel Devlet Yapılanması olmak üzere, tüm yasadışı oluşumlara karşı yürütülen mücadeleye kararlılıkla devam edileceği bir kez daha kurulda dile getirilmiştir.”
Kurul üyeleri, Paralel Yapı nitelemesini yaparken aslında hukuki olmayan bir tabiri kullandıklarının bilincindeler. Yani, onlar da bu tabiri kullanırken hukukta karşılığı olmadığının farkındalar. Öyle olmadıklarını düşünürsek kendilerine haksızlık etmiş oluruz. Peki, o zaman devletin en üst zirvesi, üstelik bu kadar yoğun bir günde niçin almış oldukları kararların içerisine ısrarla bu hukuksuz ibareyi yazma ihtiyacını hissediyor?
Bu sorunun tek bir cevabı var: Hizmet hareketi hakkında toplum nezdinde oluşmuş müspet kanaati kırma isteği. Yani bir tür algı oluşturma çabası. Neredeyse yüz yıldır yürütülen ve güzel ülkemizin her kesimine mal olmuş bu harikulade hizmetlere gönül verenlerin sayısının azımsanmayacak kadar çok olduğunu biliyorlar. İnsana yatırım yaparak gönüllere taht kurmuş bu güzel oluşum hakkında milli güvenliğimizi tehdit ediyor filan diyerek şüphe uyandırmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla bizzat düne kadar kendilerinin de yere göğe sığdıramadığı bu insanlar hakkında en insafsız nitelemeyi yapmaktan çekinmiyorlar.
Modern hukukta, hukukçuların olaylara yorum getirmede kullandıkları “Hayatın olağan akışı” isimli bir kıstas mevcuttur. Bu kıstas aynı şekilde “Zahirî hal delili” şekliyle İslam hukukunda da yer alır. Hukuk, insanların sosyal yapı içerisinde yapageldikleri kemikleşmiş davranışları onların genel karakteri olarak kabul eder. Aykırı bir nitelemeyle karşılaşılınca, bu itham bu ilkeye istinaden reddedilebilir der. Mesela sürekli yardımseverliğiyle ön plana çıkan bir insana yapılan bencil isnadını mantıklı bulmaz. Eğer senin dediğin gibi bencil bir insansa neden bu kadar çok insana yardım ediyor diye sorar.
İşte Hizmet hareketine yapılan bütün menfi ithamlar, Hizmet mensuplarının hayatlarının olağan akışına tamamen ters düşüyor. Bugün güvenliğimizi tehdit ediyorlar, terörist bunlar denilen insanların geçmişinde bu ithamları haklı çıkaracak tek bir kusurları bulunmuyor. Tam tersine yaptıkları ve yapmakta oldukları faaliyetler onların ne kadar vatan ve millet sevdalısı insanlar olduklarını ispat ediyor. Bu yüzden olsa gerek devletin en büyükleri boş kâğıt imzalayıp altını alın siz istediğiniz gibi doldurabilirsiniz diyerek kendilerine teslim edebiliyor.
Hizmet mensuplarının hayatlarının olağan akışı temiz olduğu gibi örnek aldıkları büyükleri de bu hususta tertemiz bir sicile sahip bulunuyor. İşte 27 Mart 2014 tarihli zaman gazetesinde çıkan “Talebeleri Hocaefendi’yi anlattı” başlıklı bir haber onu yakından tanıyanların kendisi hakkındaki tespitleri:
“Yaklaşık bu 50 yıllık süreçte Muhterem Hocamız’ı hep, ‘Emrolunduğun gibi dosdoğru ol’ ayetinin canlı bir misali olarak gördük. Çizgisinde hiçbir değişikliğe şahit olmadık. Muhterem Hocamız yeri geldi yemeğimizi yaptı, çorbamızı dağıttı, yeri geldi geceleri uykusuz kaldı, üstümüzü örttü. Yeri geldi maaşından cebimize harçlık koydu. Bizi bizden daha fazla korudu kolladı. O gün bu gün talebe yetiştirmeye hiç ara vermedi.”
Şimdi yukarıdaki genel karaktere elli yıldır sahip olan bir insandan bahsediyoruz. Azıcık insafla meseleye bakarsak, böyle bir insan ve sevenleri hakkında rahatlıkla milletin karşısına geçip ben onları sevmiyorum, o yüzden devlet düşmanı ilan ediyorum demek biraz tuhaf kaçıyor. İnsanlar, kırmızı bülten falan çıkarılması gayretlerini yadırgıyor. Dolayısıyla bayrağım, milletim, diyerek dünyanın 160 küsur ülkesinde koşturan insanlar ve teşvik eden yasadışı ilan edildiğinde atılan bu itham üzerlerine yapışmıyor.
Bilinmeli ki bu tip ithamlar, halkın nazarında temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp getirilmekle karşılık bulmuyor. Ama olan maalesef halkın devlet büyüklerine olan saygısına oluyor. Israrla hukuksuz isnatlarda bulunan şahıslar ve temsil ettikleri kurumlar yıpranıyor.
Ve hayatın olağan akışında kaybeden Türkiye oluyor.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment