Türkiye cinnet tünelinden geçerken
Türkiye’ye dışarıdan bakarken görülen manzara maalesef pek vahim. Tahrikçi üslubuyla halkı böldüğü, destekçi kitlesini ‘öteki’ye karşı sistematik şekilde kışkırttığı yetmiyormuş gibi, devletin temelini de dinamitleyen bir siyasî iradeyle karşı karşıyayız. Son polis gözaltı ve tutuklamalarında olduğu gibi, evrensel ve ulusal hukuk kuralları, devlet teamülleri ayaklar altına alınıyor. Vatandaş vatandaşa, polis polise, savcı savcıya kırdırılıyor. Hangi demokratik ülkede seçilmiş liderler böylesine ölçüsüz hareket edebilir? O ülke kalıcı huzur, refah, istikrar ve özgürlük hedefine ulaşabilir mi? Uluslararası camiada etkisini ve saygınlığını koruyabilir mi? Çok zor.
Geniş kitlelerin hükümetin bazı zorbalıklarının arkasında durması ya da sesini çıkart(a)maması yapılanların ahlaklı ve isabetli olduğu anlamına gelmez. 20. yüzyılın komünist ve faşist rejimleri de kitle halet-i ruhiyesini istismar eden taktiklerde pek mahirdi. Özellikle ilk aşamalarda halkı iknada çok başarılı olmuşlardı. Yüksek hitabet kabiliyetine sahip otokrat liderler, adeta toplu hipnoza tabi tutulan halka yalancı cennetler vaat ediyor, peşlerinden sürüklüyorlardı. Bir yandan da Gestapo’dan KGB’ye ceberut mekanizmalarla kardeşi kardeşe fişletiyor, rejimin üretmek istediği insan tipiyle uyuşmayan herkesi bitirmeye çalışıyorlardı. Küçük ihsanlarla ve ideolojik martavallarla oyalanan halk kesimleri rejimin içinin ne kadar boş olduğunu anladığında ise maalesef iş işten çoktan geçmişti.
Baskıcı rejimler miadını doldurup yiyici çekirge sürüleri ortadan çekildiğinde geriye genelde maceracı dış politika sonucu ihtilaf veya savaşlarla harap olmuş ülkeler, itibarı dibe vurmuş devletler, içi boşaltılmış hazineler, geri dönüşü olmayan çevre tahribatları, derin ekonomik ve sosyal çöküntüler kalır. Bizim başımıza gelmez, tekerrür etmez demeyin, zira tarih ibret alınmamış tekerrürlerden ibarettir.
‘KRAL ÇIPLAK’ DEMENİN BEDELİ
Rantiye rejimlerinde başarısızlığın, keyfiliğin, yolsuzluğun üstünü örtmek için en sık başvurulan yollardan biri cadı avıdır. İtinayla bilumum cadı üretilir. Masum insanlar haksız isnad ve sahte delillerle ellerine süpürge tutuşturularak diri diri yakılır. Halk sahnedeki cambazlıkları seyrederken de cüzdanları çalınır, cepleri boşaltılır. Dış politikadaki hataların, çevre katliamlarının, sosyal adaletsizliklerin, özgürlük açıklarının da üstü böyle kapatılır. Yandaş ya da ehilleştirilmiş medyanın desteğiyle rejim sürekli cilalanır. Hezimetler bile halka başarı hikâyesi gibi sunulur. ‘Kral çıplak’ deme cesareti gösterenler ise doldurulmuş kitlelere hedef gösterilerek toplumsal lince tabi tutulur. Yetmezse, üzerinden devlet buldozeri geçirilir.
Türkiye, dönemsel olarak farklı ideolojik gömlekler giyse de, cadı avını hayatiyetine payanda yapmış idarî zihniyetlerin esiri olageldi. Başarısızlıklar, yolsuzluklar böyle gizlendi. Sevgi ve empati eksikliğimiz, önyargılarımız, korkularımız, ideolojik saplantılarımız, dogmalarımız cadı avlarının devlet içinde ve toplumda benimsenmesini kolaylaştıran faktörler oldu. Bilerek ya da bilmeyerek bu günahı şöyle ya da böyle irtikap etmeyen kesim neredeyse kalmadı. Köklü bir nefis muhasebesi ve arınma gerekiyorken, Türkiye’de cadı avı geleneğinin sürdüğünü, hatta güçlendiğini müşahede etmek esef verici. Bunun temel nedeni, demokratik konsolidasyon sürecinin hâlâ tamamlanamamış olması. Onda da 12 yıldır ülkenin kaptan köşkündeki AKP’nin ve etkisiz muhalefet partilerinin vebali büyük.
‘YENİ TÜRKİYE’DE DOLUYA TUTULMAK
Son cadı avı furyasının mağdurları, Hizmet camiası ya da daha yaygın ismiyle ‘Cemaat’.
Karşısında iktidar çevresindeki ciddi yolsuzluk iddialarının üzerine giden hemen herkesi ‘darbeci’ ve ‘Cemaatçi’ diye yaftalayıp delillerin üzerini örtmeye çalışan bir hükümet var. Nice bürokrat yolsuzluk davalarıyla hiç ilgisi olmasa dahi Cemaat’ten diye ya da sırf şüpheyle ayrımcılığa maruz bırakılıyor, görevden uzaklaştırılıyor, pasifize ediliyor, hakarete uğruyor. Trajikomik ama gerçek: Dindar bürokratlar, ‘laikçi’ Eski Türkiye’de yağmurdan kaçayım derken, Başbakan Erdoğan’ın ‘dindar’ Yeni Türkiye’sinde doluya tutuldular…
Kimse Cemaat’in hatası yok demiyor. Hatasız kul olur mu? Ancak yıllardır ilmek ilmek örgülendiği anlaşılan rant rejimine koşulsuz biat etmeyen her kesim gibi Cemaat de şeytanlaştırılıyor. Sivil toplum ve devlet altüst ediliyor. Buna doğrudan ya da dolaylı destek verenler, hatalarını er geç anlayacaktır. Zira zaten yetişmiş eleman kıtlığı yaşayan bir devletteki insan kaynaklarının böylesine hoyratça heba edilmesi hizmet kalitesini iyice düşürecek ve sonuçta ceremeyi halk çekecektir.
GÜZEL İNSANLARA TIRPAN
Bürokrasiyi çok tanımam. Ama gazetecilik mesleğini dış politika odaklı icra ederken, birçok Türk diplomatla tanışma şerefine nail oldum. Kimileri Cemaat’e yakın çizgideydi. Vatan sevgisi, devlete hizmet aşkı, fedakarlık, kabiliyet, dürüstlük noktasında diğer meslektaşlarından fazlaları vardı, eksikleri yoktu. Haddizatında bu özelliklerinden dolayı bazıları Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan’ın onayıyla Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından kilit görevlere getirilmişlerdi. Şimdi siyasî hırs ve çıkar uğruna o güzel vatan evlatlarının şuraya buraya sürülmesine, hain ve ajan muamelesi görmesine içim nasıl kan ağlıyor, anlatamam.
Tarih şahittir ki, birbirine düşen milletler, kendi evlatlarını yiyen devletler, içeride de dışarıda da iflah olamazlar. Uluslararası arenada hasımlarına karşı zayıf düşer, dostlarının beklentilerini karşılayamaz, prestij ve nüfuz kaybederler. Hatta tarih sahnesinden bile silinebilirler. Allah milletimize ve devletimize zeval vermesin. Ülkemizi şu cinnet tünelinden bir an evvel çıkarsın.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment