Suriye’de Amerika ile nereye?
Geçen hafta ‘iğrenç’ sıfatını hak eden iki hadise yaşandı. Biri, Esed rejiminin Mevlit gecesi kendi halkına karşı işlediği iğrenç insanlık suçuydu.
Diğeri ise o rejimi sıkıştırma amacıyla Türkiye’nin de desteklediği karar tasarısının BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya ve Çin tarafından veto edilmesiydi. ABD’nin BM Daimi Temsilcisi Susan Rice, diplomatik teamüllerin dışına çıkarak, bu çıkarcı davranışı ‘iğrenç’ olarak nitelendirdi. Başkan Barack Obama da Esed ve avenesini sert dille kınadı. Ancak bütün bunlara rağmen, Washington’un Suriye konusunda elini taşın altına fazla koymak istediği söylenemez. Obama yönetimi, Suriye’de halk ayaklanması başladığı andan beri tereddütlü bir tavır sergiliyor. Obama’nın geçen ağustosta Esed’e ‘çek git’ çağrısı yapması aylar almıştı. Washington, adeta Arap Birliği ve Türkiye gibi bölgesel aktörlerin arkasına gizlendi. Suriye’ye karşı ilan edilen tek taraflı Amerikan yaptırımları, İran’ı dizginlemek için yapılan girişimlerin yanında çok zayıf kaldı. Amerikalıların adeta bir ayak gazda bir ayak frende gitmesinde, Esed sonrasında önlerini tam görememeleri etkili oluyor. Artı; Beyaz Saray genel seçim senesinde dibi görünmeyen sulara girmeyi pek istemiyor. Zira Suriye, oldukça kompleks ve riskli bir vaka.
suriye konusunda roller değişti
Washington’un bölgedeki baş müttefiki İsrail de karmaşık duygular içinde. İsrailliler mevcut rejime âşık olmamakla birlikte, bir şekilde işleyen güvenlik dengesinin, zuhur edebilecek Sünni ağırlıklı yeni siyasi aktörlerle bozulabileceği endişesini taşıyorlar. İsrail’in kaygıları, özellikle çok güçlü oldukları Amerikan Kongresi’nde tepki dalgasını biraz sönümlendiriyor. İsrail’in birinci tehdit gördüğü İran, halkına Suriye rejiminin muamelelerinin onda birini bile yapsaydı, Amerikan Kongresi ortalığı ayağa kaldırmaz mıydı? Oysa siyaset dünyasında Suriye konusunda büyük infial gözlenmiyor. AIPAC gibi etkili İsrail yanlısı lobicilik gruplarının Esed rejimi aleyhinde ciddi bir kampanya yürüttüğünden de söz edilemez. İşin en enteresan tarafı, daha birkaç yıl öncesine kadar Ankara’yı Suriye konusunda fazla yumuşak bulan, angajman politikalarına burun çeviren ABD, bugün Türkiye’ye adeta ‘Esed’in işini sen bitir, beni fazla bulaştırma’ diyor. Erdoğan hükümeti, Obama yönetiminden daha şahin çizgide. Normalde Amerika’yı bölgeye askerî müdahaleden caydırmaya çalışan Ankara, bugün Amerikan bombaları Esed’in başında patlasa için için sevinecek durumda. Fakat Esed rejiminin ve Çin, Rusya, İran gibi destekçilerinin fazla endişe etmelerine gerek yok. Zira Obama yönetimi, askerî müdahale seçeneğini neredeyse masadan kaldırmış durumda.
Obama yönetiminin ideolojik çizgisini kaydadeğer ölçüde yansıtan düşünce kuruluşu CAP’den (Center For American Progress) Sarah Margon ile Brian Katulis, ‘Suriye’de akan kan nasıl durdurulur?’ başlıklı yeni bir makaleye imza attılar. Askerî müdahaleden ve metotlardan uzak durulmasını, onun yerine ‘akıllı diplomasi’yi savunuyorlar. CAP uzmanlarına göre, Obama yönetimi ‘yeni bir Suriye politikası’ belirlemiş bulunuyor. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın hafta başında BM Güvenlik Konseyi çalışmalarına bizzat katılmasını, ‘diplomatik gayretlerin yeni bir seviyeye çekilmesi’ ve ‘sivillerin yanında güçlü bir duruşa isteklilik’ yönünde bir işaret olarak nitelendiriyorlar. İnşallah diyelim…
ABD’nin Esed rejimine karşı mümkün mertebe sert uyarılar çıkması için BM’de canla başla çalıştığı muhakkak. Tartışmalı olan, sahaya ne kadar yatırım yapacağı. Mesela Suriye muhalefetine destek olmak için istihbarat imkânlarını cömertçe seferber edecek mi? İnsan hakları ihlallerini ‘BBG evi’ gibi gözetleyip dünya kamuoyuna yansıtabilecek türde teknolojik imkânlarını tahsis edecek mi? Suriye’de isyana katılmakta tereddüt eden etkili Hıristiyan ve Kürt azınlığa güçlü teminatlar verecek mi?
ankara zor tercihlere hazır olmalı
Bu hafta Washington’u ziyaret edecek Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun gündeminin en üst sıralarında eminim Suriye krizi olacak. Ankara, karşısında risk ve sorumluluk almaya daha istekli bir Washington görmek istiyor. Esed sonrası için endişelerin bir kısmı Ankara’da paylaşılmıyor değil. Hatta ekstra kaygılar da var. Mesela Kürt azınlığın geleceğinin Türkiye’nin Kürt meselesine muhtemel yansımaları düşündürtüyor. Ama ‘eski hal muhal’ havasındaki Ankara için artık rejimin, en azından Esed’in, bir an evvel değişmesinden başka çare yok. O nedenle uluslararası camianın hareketlendirilmesinde ABD’nin tüm imkânlarını seferber etmesi önemli. Her şeye rağmen, Suriye konusunda Türkiye’nin çizgisine en müzahir ülke yine de ABD. Ya Rusya’ya ne demeli? ABD aynı hırsı göstermiyor ama Rusya’nın neredeyse Soğuk Savaş ruhuyla Ortadoğu’daki kadim müttefikine ölümüne sahip çıktığını görüyoruz. Bu noktada, Türk dış politika mimarlarının şu soruyu sorması gerekiyor: Rusya’yla oldukça yakın bağlarımıza ve ‘stratejik ortaklığımıza’ rağmen Ankara’nın Moskova’yı ikna kabiliyeti neden zayıf? Herhalde bunun kısmi cevabı, Rusya’ya enerji alanında orantısız bağımlılığımızda yatıyor. Yani bugün Suriye’deki şenaatlerin devam etmesinin kısmi vebali, Mavi Akım’ı alternatifsiz şekilde Türkiye’ye pazarlayanlara da ait.
Suriye halkının haklı özgürlük taleplerinin karşılanması noktasında, global güç olarak ABD, bölgesel güç olarak ise Türkiye en kritik oyuncular. Davutoğlu’nun ABD temasları, eşgüdümün artırılması ve boşlukların doldurulmasına katkıda bulunacaktır. Washington, ABD tarafından biraz yalnız bırakıldığını ve fazla öne itildiğini düşünen Ankara’yı rahatlatmalı. Ankara ise her an Suriye konusunda zor tercihlere hazır olmalı.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment