Obama, insan hakları ve Türkiye
Türkiye’de kimileri hâlâ olanları ‘Cemaat-hükümet kavgası’ klişesiyle izah kolaycılığına (ya da göz boyacılığına) sarıladursun, gerçekte vuku bulan, siyasî saltanat ve çıkarlar uğruna hukuk sisteminin adım adım gasp edilmesidir.
‘Başkan Obama insan haklarını bir öncelik yapmayı başaramayarak çoklarını hayal kırıklığına uğrattı. Doğrudur, birkaç stratejik çıkarın söz konusu olduğu yerlerde -Fildişi Sahili, Kenya, Venezuela ve Zimbabve- halkın haklarını savundu. Ancak Afganistan, Mısır, Özbekistan ve Yemen’de taviz vermeye hazır duruşu, insan hakları idealine adanmış olmadığı izlenimi veriyor’. Bu sözler, İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) İcra Direktörü Kenneth Roth’a ait. (Politico, 4 Mart) Ve korkarım Türkiye, Roth’un sınıflamasında ikinci gruba düşüyor.
20 Şubat 2014’te çok sayıda önde gelen Amerikalı aydın Başkan Obama’ya ortak mektupla Türkiye’de demokrasi ve insan haklarında kötü gidişata müdahale çağrısı yapmıştı. Aydınlar, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın stratejik ABD-Türkiye ilişkisinin merkezindeki sütunlardan demokrasinin altını oyduğunu belirterek, “Suskunluk, Erdoğan’ı ülkedeki hukukun üstünlüğünü zayıflatmaya teşvikten başka işe yaramayacaktır.” demişlerdi. 2014 boyunca Türkiye’de yaşananlar, Obama’nın şimdiye dek kulak astığı aydınların kaygılarını ve öngörülerini maalesef haklı çıkardı.
Türkiye’de kimileri hâlâ olanları ‘Cemaat-hükümet kavgası’ klişesiyle izah kolaycılığına (ya da göz boyacılığına) sarıladursun, gerçekte vuku bulan, siyasi saltanat ve çıkarlar uğruna hukuk sisteminin adım adım gasp edilmesidir. Özgürlükçü reformlara muhtaç yargının, tüm saltanat muhaliflerinin nefesini kesebilecek partizan bir aygıt haline getirilmeye çalışılmasıdır. 14 Aralık operasyonuna maruz kalıp teröristlikle suçlanan gazetecilerle, tutuklanan 16 yaşındaki Konyalı gencin ortak yanları, yalan ve talan düzenine karşı seslerini yükselttiklerinden yargı mağduru olmaları.
ZULAYA YATIYORLAR
Türkiye’nin demokratik birikimleri eritilirken ve farklı kitlelerin özgürlük talepleri bastırılırken, dost ve müttefiklerine düşen seyirci kalmak ya da yarım ağızla bir şeyler söylemek değil, elini taşın altına koymaktır. Bu noktada Avrupa Birliği nispeten daha sorumlu bir davranış ortaya koyarken, özellikle IŞİD tehdidi ortaya çıktığından bu yana Obama yönetimi adeta zulaya yatıyor. Ankara’yı IŞİD’e karşı savaşa ikna edebilmek için gözünü her şeye kapamaya hazır gibi.
Obama yönetimi, Türkiye’ye ilişkin demokrasi ve insan hakları uyarılarını genelde Dışişleri, nadiren de Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi sözcüleri aracılığıyla yapıyor. Washington’dakilere sorarsan, aslında bu Erdoğan’a tenzil. ‘Obama dengin değil’ demenin diplomatçası. Gerçekten de Erdoğan’ın ABD’ye yönelik eleştirilerine yönetimin üst düzey isimlerinden ziyade sözcülerin karşılık vermesi, bu amacı taşıyor olabilir. Ancak mesele insan hakları ve demokrasi olunca alt düzey tepkiler Ankara’ya ‘ABD çok da rahatsız değil’ mesajını verebilir.
Aslında Washington’da herkes Türkiye’nin anti-demokratik gidişatından son derece rahatsız. Eminim Başkan Obama da artık Erdoğan’dan yaka silkiyor ve tasvip etmiyor. Ancak ülkesinin ulusal çıkarları gerektirdiği için muhatap alıyor. Çünkü Beyaz Saray çevrelerinde ABD’nin Türkiye’ye ihtiyacının, Türkiye’nin ABD’ye ihtiyacından daha fazla olduğu görüşü hakim. Ne zaman Ortadoğu’da bir kriz çıksa, bu kanaat depreşiyor. Stratejik çıkarlar gerekçesiyle tepkiler frenleniyor. Sıkça dillendirilen bir başka mazeret de şu: ‘Ankara üzerinde ne manivelamız var ki? Sanki eleştirsek, bizim dediğimizi mi yapacaklar?’
TÜRK SİYASETÇİLER ABD’DEN ÇEKİNİR
Bütün bu ‘gerçekçi’ analizler, şu gerçeği ıskalıyor: Türk siyasetçiler atıp tutarlar, ama aynı zamanda ABD’den çok çekinir, hatta korkarlar. Zira çoğunun zihni komplo teorileriyle malul olduğundan, altlarındaki halının her an ABD tarafından çekilebileceğini düşünürler. O nedenle Washington’dan gerçek manada zoru görürlerse, çılgın planlarından vazgeçebilirler.
Obama yönetimi ise Ankara’yı zorlamak şöyle dursun, ‘gözümü kaparım, işimi yaparım’ modunda. Mesela Başkan Yardımcısı Joe Biden’ı Türkiye’ye gönderdiler. Ve Biden, medyanın bir kısmına ambargo uygulanan sözde ‘basın toplantısı’na hiçbir rezerv koymadan katıldı.
Dışişleri Bakanı John Kerry, sürekli Ankara’daki muhataplarıyla görüşüyor. Basın özgürlüğü ve diğer demokrasi problemleri güçlü şekilde gündeme getiriliyor mu acaba? Pek sanmam.
ABD, demokrasi kültürünün yerleşemediği toplumlarda özgürlüklere destek için fazla siyasi sermaye harcamayı kumar görüyor olabilir. Onun yerine, yasak savacak kadar demokrasiye sahip çıkıp, askerî ve ekonomik çıkarlara öncelik veriyorlar. Söz konusu taktik kısa vadede iş görebilir. Ama baskıcı rejimlerin körüklediği toplumsal gerginliklerin başta Amerika uluslararası camiaya iştigal edilmesi gereken daha büyük istikrarsızlıklar olarak dönmesi mukadder. Zira globalleşen dünyada etkileşim ve karşılıklı bağımlılık artıyor. Kendi ülkendeki hayat kaliteni sürdürmek istiyorsan, başka ülkelerdeki özgürlüklerle de yakından ilgilenmen gerekiyor. Kısacası günümüzde insan hakları ve demokrasi savunuculuğu, en az idealizm kadar, realizmin de temel gereği. Hatta bir tür realist idealizm. 19. ve 20. yüzyılın soğuk reelpolitik prensipleriyle günümüz krizlerine yaklaşmak yanlış. Biri bunu Obama’ya söylemeli…
Unutmadan, ‘ABD’yi Türkiye’ye baskıya davet ediyor’ yaygarası yapacak partizanlara şimdiden bir çift sözüm var. O zaman Ankara’daki idarecilere söylesinler ve uluslararası camiayı insan hakları ihlallerinden dolayı Suriye ve Mısır gibi rejimlere baskıya davet çabalarını durdursunlar. Biz başka ülkelerdeki özgürlük sorunlarıyla nasıl ilgileniyorsak -ki ilgilenmeliyiz- onların da aynısını yapma hakkı ve sorumluluğu var. Beğenmeyen, buna imkân veren uluslararası ittifaklardan ve insan hakları anlaşmalarından imzasını çeker, Türkiye’yi iyice yalnızlaştırır.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment