11 Eylül’den de derin
Boston Maratonu’na geçen pazartesi kanlı saldırı yapıldığında Amerika’da yaşayan milyonlarca Müslüman gibi ben de içimden ‘Eyvah!’ dedim; ‘Ya saldırganlar yine Müslüman çıkarsa?’ Korktuğumuz başımıza geldi. Ve saldırganların Çeçen asıllı iki Müslüman kardeş olduğu anlaşıldı. Üstelik uzun süredir Amerika’da yaşayan; biri vatandaş, diğeri Yeşil Kart’lı gençlerdi bunlar.
Özellikle 8 yaşında Amerika’ya gelmiş olan 19 yaşındaki küçük kardeş, tam bir Amerikan genci profiline sahipti. Katıksız ithal terörist olsalar, üzerimize bir kez daha sıçratılan çamuru temizlemek belki daha kolay olurdu. Şimdiyse işimiz çok daha zor. Zira ‘Amerika’ya entegre olmuş gibi görünen Müslümanlara dahi tam güvenilmez’ türü önyargılar hortlayabilir. Bu nedenle, Boston saldırılarının Amerikan sosyal bilincinde belki 11 Eylül’den de derin Müslüman karşıtı önyargı izleri bırakmasından endişe ediyorum.
Öncelikle, başlığı görüp Boston olaylarına komplovari ‘derin’ açıklamalar getireceğimi zannedenler lütfen affetsin. 11 Eylül’ü bile ‘derin’ parmakların rol oynadığı bir ‘ev içi komplo’ olarak görmem. ABD’de birilerinin istese bile o denli ‘derin’ eylemleri kendi topraklarında yapma kabiliyetine sahip olmadığını düşünüyorum. Kaldı ki, bazı icraatlarını tasvip etmesem de, Amerikan devletinin muayyen bir stratejik hedefe ulaşmak için kendi vatandaşlarının terörist taktiklerle öldürülmesine göz yumabileceğine ihtimal vermem. Şu anda devlet içinde bu tür yapılanmalar olduğuna da inanmıyorum. Böylesine açık bir devirde o tür yapıların deşifre olmadan ayakta kalabilmeleri imkânsız.
Aciz kanaatimce Boston olaylarından sonra üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken iki önemli soru var. Birincisi, Obama döneminde tüm ortamı yumuşatma gayretlerine rağmen ABD, içine Müslümanların karıştığı iç ve dış terör eylemlerine niye hâlâ maruz kalmaktadır? İkincisi, İslam alemi kendi evlatlarının terör batağına saplanmasına neden yeterince mani olamamaktadır? Şapkayı önümüze koyup bu sorulara cevap aramamız gerekiyor.
Öncelikle ‘Amerika nerede hata yapıyor ki hâlâ terörist tepkileri üzerine çekiyor?’ konusunu irdeleyelim. Her şeyden evvel, devletlerin yaptığı hiçbir hata, tepki ve mücadele metodu olarak terörizmi meşru kılamaz. Komplocuların lanse ettiği gibi ABD’nin dünyada tüm ipleri elinde tutacak derecede kudretli olduğu söylenemez ama, çok etkili bir güç olduğu muhakkak. Olumlu icraatları olduğu gibi, kötü giden bazı şeylerde sorumluluğu da var. Radikal kafa, bardağın sadece boş tarafına odaklanıyor. Ve her musibetin sorumluluğunu ABD’ye yüklüyor. Dolayısıyla böylesine göze batan bir gücün radikal ve aşırıcı dalgalardan tamamen kurtulması mümkün değil. Diğer yandan, ABD’nin askeri ve ekonomik gücünü istismar ettiği izlenimi veren bazı yaklaşımları, radikalizmin ekmeğine yağ sürüyor. Özellikle ordusunu kullanma şekli ve yoğunluğu, dünyada (hatta kendi halkı içinde dahi) birçoklarını rahatsız ediyor. Bu, Bush döneminde iki İslam ülkesini (Afganistan ve Irak) işgal şeklinde tezahür etti. Obama döneminde ise uzaktan kumandalı insansız hava araçları, terörle mücadele adı altında yargısız infazların acımasız mekanizmaları haline geldi.
Peki bazı Müslümanlar neden terörizme tevessül ediyor? Aşırılığı benimseyen Müslümanlar küçük bir azınlık. Çoğu, baskı altındaki Filistin, Çeçenistan gibi fay hatlarından çıkıyor. ABD gibi büyük güçlerce ezilen milli gururlarını tamir için dinin gücüne sığınanlar var. Suudi Arabistan kökenli bazı radikaller bu cümleden sayılabilir. Dinin çarpık yorumlarıyla terör içselleştiriliyor. İslam asabi bir ideoloji derekesine düşürülürken, barış, paylaşma ve sevgiye odaklı büyük resim kaybediliyor. Elinde silahla dini içtihat yapan, kendi dar bakışına İslam’ı hapsetmek isteyen tipler türedi. Müslümanların çoğunluğunu temsil etmiyorlar ama yaptıklarının ceremesini hepimiz çekiyoruz. İslam dünyası, şefkatli pederini kaybettikten sonra evlatları oraya buraya savrulmuş başıbozuk bir aile gibi. Hatta birçok uzmana göre bugün böyle bir ‘dünya’dan bile bahsetmek çok zor. Yol gösterecek bilgeler, kaliteli aydınlar noktasında da ciddi bir kıtlık yaşanıyor. Aradan sıyrılıp çıkan Fethullah Gülen Hocaefendi gibi nadir zatlar ise ne kendi ülkesinde ne Batı’da rahat bırakılıyor.
Utah Üniversitesi’nden Dr. Hakan Yavuz’un ‘İslami Aydınlanmaya Doğru: Gülen Hareketi’ (Toward an Islamic Enlightenment: The Gülen Movement, Oxford University Press, 2013) adlı bir kitabı çıktı. Hizmet Hareketi ve Gülen’i yapıcı eleştirilere de yer vererek akademik perspektiften ele alan Yavuz, geçen hafta kitabının tanıtımı vesilesiyle Washington’daki Rumi Forum’da bir sunum yaptı. Etkinliğin ardından sohbet ederken ‘Boston’daki o gençler eğer Gülen’i tanıyor ve okuyor olsalardı, bu eylemleri yapmazlardı’ dedi. Yavuz’un kitabı, İslamofobi ve Türkofobi tesiri altındaki bir kısım Batı’ya ve kendi kültürel kökleriyle barışık olmayan bazı Müslümanlara, Türk-İslam geleneğinin yeni versiyonlarıyla moderniteyle uyumlu şekilde dünyaya neler katabileceğini göstermesi itibarıyla okunmaya değer. Hizmet Hareketi’nin barış, eğitim ve toleransa katkılarının takdir edilmesi noktasında, Fethullah Gülen’in Time dergisi tarafından dünyanın en etkili 100 liderinden biri olarak seçilmesi de, bu madenin keşfi yönünde kayda değer bir gelişme.
Temennim, Boston eyleminin Amerika’da daha fazla İslamofobi’ye, ona tepki olarak da İslam dünyasında daha aşırı ABD karşıtlığına yol açmaması. Bunu önlemek için hem Amerikan devletine ve fikir önderlerine, hem Müslümanlara büyük sorumluluklar düşüyor.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment