Atıf Hoca’dan Ahmet Tuan Hoca’ya: Türkiye’nin utanç günleri
“Ara karar için ara veriliyor.
Koridorda tahliye umudu…
Ama umutlar suya düşüyor.
Mahkeme 5-6 Temmuz’a ertelenirken tahliye kararı çıkmıyor.
Ahmet Turan Alkan, Mustafa Ünal, Mümtazer Türköne, İbrahim Karayeğen, bileklerine kelepçe vurulmuş halde, jandarmaların arasında tek sıra önümüzden geçip Silivri zindanlarının yoluna koyuluyorlar.”
Zaman davasını izleyen Hasan Cemal, bu satırları 9 Haziran 2018’de yazdı.
100 yıl önceye gidin ancak benzer görüntüleri bulabilirsiniz. Bu çağda fikirler yargılanmaz çünkü.
1920-1927 yılları arasında İhtilal ve İstiklal mahkemeleri 54 bin kişiyi yargıladı. Bu mahkemelerde 1054 kişi idam, 43 bin kişi sürgün edildi.
İdam edilenlerden biri de Atıf Hoca’ydı.
Onun hikayesi, bugünkü yazarların yargılanmasına çok benzemektedir.
1924’te Şapkayıı eleştiren ‘Frenk Mukallitliği’ adını taşıyan bir risale yazar Atıf Hoca. Kültür Bakanlığı’ndan izinlidir kitap.
1,5 yıl sonra Şapka İnkılabı gerçekleşir.
Şapka giymek mecbur kılınır.
Atıf Hoca, şapka kanunu çıkmadan önce yazdığı kitaptan dolayı 9 Aralık 1925’te tutuklanır. Giresun’daki İstiklal Mahkemesine götürülür. Şapkaya ilişkin yargılandığı bu mahkemeden beraat eder. Ancak, beraat etmesine rağmen elleri kelepçeli İstanbul’a sevk edilir. Oradan da 1926’nın ocak ayı başında Ankara’ya gönderilir.
Atıf Hoca, beraat edeceğine inanmaktadır, çok iyi bir savunma yazar. Fakat kararın verileceği günden önce bir rüya görür. Rüyada Peygamberimiz Hz. Muhammed (sas), “Atıf niye bize kavuşmayı geciktiriyorsun?” der. Bunun üzerine savunmayı yırtıp atar.
Mahkemenin başkanlığını gazeteci-yazar Altemur Kılıç’ın babası Kılıç Ali ile Kel Ali lakaplı Ali Çetinkaya üstlenmiştir. Savcı ise Yalçın Küçük’ün amcası Necip Ali’dir. Bu üç isim arasında tek hukukçu Necip Ali’dir.
Bir günde idam kararı çıkar.
İdamın gerçekleştiği gün (4 Şubat) yayınlanan Hâkimiyeti Milliye gazetesinde, “İskilipli Atıf Hoca ve müftü-i sabık Ali Rıza idam edildi.” denmektedir. İdamlar olmadan önce basılmıştır gazete!
Bu dönemler, ülkenin utanç dönemleridir…
Ve Türkiye yaklaşık 100 yıl sonra aynı utanç günlerini yaşamaktadır…
Hasan Cemal, Ahmet Turan Alkan’ın savunmasından tarihe şöyle not düşmektedir:
“Bu iddianame 17-25 Aralık iddianamesi…Rüşvetçileri himaye edenler serbest, sorgulayanlar benim gibi hapiste…Susan, seyreden takımından olsaydım bugün serbesttim, birçokları gibi muteber insandım.
Öyle bir iddianame ki…
Şaşıya şaşı, engelliye engelli demeyecektin, diyor
Susacaktın diyor.
Başını kuma gömecektin, diyor.
Yoksa…
Adamı beyaz sakalından tutar, zindanlarda süründürürüz, diyor, beni 23 aydır demir parmaklık arkasında tutan bu iddianame…
Ömrümün iki yılına el koydunuz. Halk diliyle söylüyorum:
Vebali boynunuza!
Devlet bize kanlı katil muamelesi yapıyor, sosyal düşman muamelesi yapıyor. Vebali boynunuza…
Zindanda bize acı çektirmekten keyif alıyor. Türkiye bugün çok büyük bir yargı terörü yaşıyor. Hukukun siyasileştirilmesi büyük bir cinayettir.
Kasabın bıçağını yalayacak değilim.
Beni hukuka göre mahkûm edemezsiniz.
Af dilemem, sizlerden özür dilemem, ne olur beni tahliye edin demem.
Hapis yatıyor olabilirim ama boynum bükük değildir.
Yoksa söz konusu vatansa, hukuk teferruat mı bu ülkede?..
Uluslararası kamuoyunda Türkiye’yi neredeyse haydut devlet yaptınız, muz cumhuriyeti yaptınız, yazık değil mi?
Ve gazetecilik suç değildir, ve gazetecilik suç değildir, ve gazetecilik suç değildir!
Adım Ahmet Turan Alkan. Gazeteci-yazar. Muktedirlerin, zalimlerin canını sıktım, yazı yazdım. Pişman değilim. Allah’dan gayrı kimseye eyvallah etmiyorum. Allah beni utandırmasın. Ben Allah’a tevekkül ettim, ona sığındım. Allah aziz’ül intikamdır.
Mazlumların ahını zalimlerde bırakmaz. Allah imhal eder fakat ihmal etmez. “
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment