Söylenen sözler ve bağlı oldukları şartlar
Habercilik dilinde evrensel bir kaidedir 5N 1K. Ne, nerede, ne zaman, niçin, nasıl ve kim kelimelerinin ilk harflerinden oluşan 5N 1K, haberin tüm unsurlarını ihtiva etmesi için üretilmiş bir formüldür.
Aslında habercilikte haberle bütünleşen bu kaide genelde herkes ve her söz için geçerlidir. Dostuna bir vakıayı anlatan sıradan insandan tutun, çeşitli vasıflarla ve sorumluluklarla mücehhez insanlara, bir konuşmadan, sohbetten, konferanstan tutun yazılmış herhangi bir kitaba kadar herkes ve her şey. İstisnaları yok mu? Elbette var. İlahi beyan. Kur’an ya da İlahi iradeden onay alan, peygamberlik vasfıyla Kur’an’ı tefsir mahiyetinde Nebiler Serveri’nin (sas) beyanları bu kaidenin istisnasını teşkil eder. Çünkü bunlar zamanın ve hadiselerin yıpratıcı çarkları altında ezilmeyen evrensel ve tarih üstü kurucu metinlerdir. Söz konusu metinlerin tarihi bir zeminde nazil ve vârid olması, bu hususiyetlerini katiyen değiştirmez. Ne güzel der Bediüzzaman: “Zaman ihtiyarladıkça Kur’an gençleşiyor.” Gerçekten de öyledir. İdrak eden kalpler, gözüyle bakıp basiretiyle görenler bu hakikatin şahididir.
Hocaefendi’nin ağustos ayının başından bu yana yayınlanan sohbetleri hakkındaki bir soru münasebetiyle böyle bir giriş yaptım. Soru; muhtevaları hemen hemen aynı olan sohbetlerde çelişkili beyanlar yok mu diye başlıyor ve ardından örnekler sunuyor. Verdiği örnekler, sohbetlere aşina olanların hemen anlayacağı üzere nifak, küfür vurgusu ile herkese kucağını açma, kötülük yapanlara bile iyilikle mukabelede bulunma diye özetleyebileceğimiz düşünceleri.
Doğru söylüyor okuyucu. Dışta, sathî bir nazarla baktığınız zaman bu iki söylem arasında derin hem de çok derin bir uçurum var. İsterseniz mevzuu uzak ve yakın geçmişini unutarak havuzun sığ suları içinde boğulmaya duran insanların tekebbürle “bu gidiş, gidiş değil beyler” türü beyanlarına benzer cümlelerle geçiştirmemek için soruyu Hocaefendi’nin sözlerini tekrarlayarak ele almaya başlayalım. Evet, Hocaefendi, soruda söz konusu edilen ve birbiriyle çelişkili gözüken bu iki söylemin sahibidir. Nokta. Daha da ötesi, bu iki söylem cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hemen öncesinde değil, ta sürecin başlangıcından itibaren sahip olduğu söylemdir. “Bilenlere selam olsun” başlıklı bir önceki yazımda bunu her iki döneme ait örnekler vererek dile getirmiştim. 8 ay önce nerede duruyorsa şimdi de aynı yerde duruyor demiştim.
Ne diyor Hocaefendi? Şunu diyor: “Millete hizmet edenler, bu ruhun, bu mananın, bu felsefenin, bu dünya görüşünün, bu türlü Kur’ânîliğin ve bu türlü Müslümanlığın temsilcisi olmadıkları takdirde, zalimin tâ kendileridir, münafığın tâ kendileridir! Camide, içinizde bile görseniz, münafıktır onlar! Onlara inanırsanız şayet, Allah onun da hesabını sorar! Onların nifakı karşısında sükût edenlere de Allah, onun hesabını sorar! Dilini tutan dilsiz şeytanlara Allah onun hesabını sorar! Sorsun Allah onlara hesabını!..”
Başka ne diyor: “Her şeye rağmen, yaptığınız kat kat iyiliğin sıfırını bile göstermeyen, aksine size kötülük yapan kimselere karşı dahi tavır almamalı, onlara aynıyla mukabelede bulunmamalısınız. Sürekli alacaklı olmalı, fakat alacaklı olduğunuz şeyleri asla talep etmemelisiniz. Bu civanmertliği öyle tabiatınız haline getirmelisiniz ki, öteye de alacaklı olarak gitmeli ve orada insanlardan hak talep etmemek suretiyle bir kere daha civanmertlik sergilemelisiniz.”
Bana sathî bir nazarla okunduğunda okuyucu haklı dedirten manzarayı bir kez daha gördük bu iki iktibasla. Fakat gerçek öyle mi? Aslında bu sorunun cevabını ilk paragrafta 5N 1K formülünün izahını yaparken vermiş oldum. Vermiş olduğum cevap hayır öyle değil. Neden? Çünkü her ikisinde de söyleyen Hocaefendi olsa da sözün muhatapları farklı. Nifak ve küfür bağlamındaki sözler, açık ve net bir dille ifade edecek olursam, 18 Aralık’tan beri haddi aşan zulümleri ve uygulamaları ile siyasetin, devletin hatta ahlak ve dinin içini boşaltan, İdris Naim Şahin’in istifasında deklare ettiği “niyetleri belli olmayan dar oligarşik yapı ve o yapıda yerini alanlardır”. Ama ikinci iktibasta nazara verdiği muhataplar ise hadiselerin iç yüzüne vâkıf olamayan, bütüncül bir bakışı olayları sebep-sonuç ilişkisi içinde değerlendiremeyen bizim oraların tabiri ile ‘işinde, eşinde, evinde’ olan kitlelerdir. Tarihin örneğini zor göstereceği müthiş bir propaganda tekniği ile gerçeklere değil, algılara oynayan kişilerin oyununa gelen kişilerdir.
İkinci soru; nifak ve küfür vurgusunun yapıldığı sohbetteki muhteva. “Defalarca geriye sardım ve tekrar tekrar dinledim” diyen okuyucu haklı. Ben de öyle yaptım. Zira söz konusu olan nifak isnad, itikadî açıdan oldukça tehlikeli, riskli bir konu. Ama şu iki hususu gözden kaçırmamak gerekiyor. Bir; sözün sahibi. O, sıradan bir insan değil. Dini ilimlerde ortaya koymuş olduğu yazılı ve sözlü eserleri ile ehl-i ilme, “Osmanlı ulema geleneğinin belki de son temsilcisi” tespitini yaptıran bir yere sahip. Kaldı ki Kur’an kursu düzeyinde dini bilgisi olan hemen herkesin bildiği ayet ve hadislerle temellendiriyor yukarıda alıntı yaptığımız tespitlerini. O ayet ve hadisleri bilen sıradan bir imam hatip talebesi bile yapabilir o yorumları. Rica ederim; “Allah katında en faziletli cihad zalim idareciye karşı hakkı söylemektir.” hadisinden hareketle ‘haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytandır ve Allah hesabını ahirette sorar’ yorumunu kim yapamaz ki?
İki; dikkat ederseniz Kur’anî ve Nebevî bir metod kullanıyor Hocaefendi. Hiç isim vermiyor; sadece sıfatlar üzerinden konuşuyor. Bu durumda yapılan konuşmaları hiç kimsenin üzerine alınmasına gerek yok. Ama söz konusu sıfatları üzerinde taşıyorsa, inancı, düşünceleri ve tabii ki eylemleri, “Bu sıfatlar bende var” diyorsa, üzerine alınabilir. Sanırım zaten itirazın dayanmış olduğu temel de burası.
Sözü uzatmaya gerek yok beyler. Yaptıkları algı yönetimi ile ‘beddua’ diye kamuoyuna mal ettikleri o candan, o içten yakarışta Hocaefendi’nin söyledikleri ve hâlâ “âmin” bekleyen duası ortada. 9 aydan beri bir tek âmin ile mukabele görmeyen o duayı, kendi isimlendirmesi ile muhaveleyi, Hocaefendi bir kenara bıraktı ve bir adım daha atarak muhataplarını yeminleşmeye davet etti. Dini değerlere inancı olanlaraydı bu çağrısı. Kur’an’a, sünnete ve fıkıh kitaplarına inancınız ve saygınız varsa “eşlerimiz ebediyen boş olsun” deyin dedi. Konu ne? 17 Aralık’tan bu yana sürdürülen “montaj, dublaj” edebiyatının arkasına gizlenerek “biz yapmadık”, “tapelerdeki konuşmalar doğru değil” denilemeyen ciddi iddialar. “İddia edilen şeylerin onda birini biz yaptıysak eşlerimiz boş olsun” deyin diyor Hocaefendi. Pekâlâ, kendisi bekâr. O ne diyecek? Meydan okuma tabiri ile izahı yapılabilecek teklifi şu: “Benim öyle ailem mailem olmadığından, ben onu onlara bırakıyorum; benim de ne dememi istiyorlarsa, bir araya gelsinler, kafa kafaya versinler, ortak akla müracaat etsinler, ‘Bu adamın elini kolunu bağlayacak bir şey bulalım, bunu da o meseleye yemin ettirelim!’ desinler; onu da kendileriyle baş başa bırakıyorum! Çünkü her hususta bin defa yemin etmeye hazır, bütün insanların huzurunda kasemle ifade etmeye âmâde ve teşne bulunuyorum.”
Sahi ne diyorsunuz bu yeminleşmeye! 20 Ağustos’tan beri sizden cevap bekliyor bu meydan okuma. Yoksa siz evet dediniz de bizim mi haberimiz olmadı? Duaya “âmin” diyemeyenlerin eşlerine “boş olsun” diyebileceklerini hiç sanmıyorum.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment