Ömer’i Faruk yapan neydi?
“O Allah ki göklerin ve yerin mülkü kendisine aittir ve Allah herşeye şahittir.” (Buruc, 9)
Başlığı okur-okumaz sanırım ne kasdettigimi anlamışsınızdır. Efendimizin (sas) İslam ile şereflenmesi veya başka bir tabirle zaten aziz olan İslam’ın içinde yaşadığı toplumdaki gücü ve nüfuzundan istifade ile mesafe kazanması adına yaptığı duayı kasdediyorum. “Allahım! İslam’ı Ömer b Hattab veya Ömer (Amr) b. Hişam’la aziz kıl.” Herkesin malumu sonunda Ömer b. Hattab müslüman ve ardından da Faruk olur. Müslüman olmayan Ömer’e gelince o Ebu Cehil lakabına hak kazanır.
Şimdi soru şu; iki Ömer’den birini Faruk, diğerini Ebu Cehil yapan nedir? Kaldı ki bugün belki de milyonlarca Müslümanın ismini değil de sadece lakabını bildikleri Ebu Cehil, cahil bir insan da değildir. Aksine Mekke toplumu içinde gerek kabilesi gerekse şahsi özellikleri itibariyle oldukça saygın, nüfus ve nüfuz sahibi birisidir. Buna rağmen ona Ebu Cehil, diğerine de Faruk dedirten, başlığa çektiğimiz cümle ile ifade edecek olursak Ömer’i Faruk yapan hiç şüphesiz imandır.
Sadece iman mi? Elbette değil. O imanın en doğru bir şekilde anlaşılması ve anlaşılan şekliyle samimi bir biçimde hayata, hem de hayatın her bir köşesine, her bir karesine taşınmasıdır. Ne güzel der Bediüzzaman Hazretleri: “İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden adam kainata meydan okuyabilir ve imanının kuvvetine göre hadisatin tazyikatindan kurtulabilir.”
Niçin böyle bir başlangıç yaptım yazıya? İman bir diğer isimlendirme ile tevhid, kimliğimizin inşasında özellikle dini kimligimizin yerli yerine oturmasında öncelikli olarak yer ve değer verilmesi gereken unsurdur. Temeldir zira o. Temelsiz bina yapılmadığı ya da yapılsa bile çökmeye meyyal olduğu gibi, imansız müslüman kimliği de inşa edilemez, edilse de kısa zamanda çöker.
İşte bunun için Amerika gibi çevre şartlarının kültürel manada dahi olsa inandığımız dini değerlere göre şekillenmediği, Bediüzzaman’in tabiriyle konuşacak olursak medeniyetin bir manada ve mimsiz olduğu bir zeminde özellikle çocuklarımıza dini kimliği kazandırma aşamasında tevhid ve onun birebir karşıtı olan şirk üzerinde ciddi durulması gerekir. Tabiat boşluk kaldırmaz. Bu bağlamda gösterilecek tesahül ve atalet, yarın çok farklı şekillerde karşımıza çıkar. Nitekim çıkmaktadır da.
İmanın en göstergelerinden birisi hiç şüphesiz Allah’a kulluktur. Daha geniş anlamda ibadettir, ubudiyettir, ubudettir. Kulluk ise, hürriyet demek, özgürlük demektir. Nefse, bitme tükenme bilmeyen beşeri –hayvani de diyebiliriz- his, heves, arzu, isteklerden; eşyaya esir olmaktan, güç ve kuvvetin karşısında ezilmekten kurtulmak ve sadece bir tek Zat’ın emir ve yasaklarına boyun eğmek demektir hürriyet. Boyun eğilecek yegane güç ise sadece ve sadece Hz. Allah’tır azze ve celle.
Bir başka zaviyeden iman etmek, dünya karşısında insanın iradesiyle bir duruş sergilemesi, dik durması, özne olması demektir. Dünyeviliğin alıp başını gittiği, her şeyin dünya hayatı, lüks, debdebe, konfor, rahat, rehavet etrafında dönüp durduğu ve ahiretin cenazeden cenazeye hatırlanıp bütün bütün unutulduğu bir dönemde, ordusunu teftişe gelen komutan geldiği zaman söylenen ‘hizaya gel’ komutu gibi insanın kendisine çeki düzen vermesini sağlayan bir unsurdur.
Yahya b. Muaz’ın bir sözünü hatırlıyorum. Hani Feridüddin-i Attar’ın Tezkiretü’l Evliyası’nda anlattığına göre ‘insanı akibetinden endişeli ve korkulu kılan isyanı, endişesiz ve korkusuz kılan isyana tercih ettiğini’ aktaran Yahya b. Muaz’ın. Hani, ‘hastalıktan korunmak için perhiz yapan ama cehennemden korunmak için günahlara karşı perhiz yapmayan insanların haline acıdığını’, ‘cehennemliklerin ameli ile cenneti arzulayanlara şaşırdığını’ söyleyen Yahya B. Muaz’ın. O şöyle der: “Ey insanlar! Görüyorum ki evleriniz Rum Kayseri’nin evlerine, lükse hayranlığınız Kisra’nın tutumuna, servet peşinde koşmanız Karun’un anlayışına, saltanatınız Firavun’un saltanatına, nefisleriniz Ebu Cehl’in nefsine, gururunuz Ebrehe’nin gururuna, yasayışınız sefihlerin yaşayışına benziyor. Allah için söyleyin, ümmet-i Muhammed olanlar nerede?”
İmanın kimlik inşasında temel oluşu, onun özgürlük ve dünya karşısında duruş belirlemede yeri bu yazının konusuydu. Yahya b. Muaz’ın sözleri de ayna. Gelin aynaya bakalım hep birlikte. Ama aynadaki ben bana, sen sana değil, gerçek hayattaki ben bana ve sen sana bakacak.
Siz de katılıyormusunuz, Ömer’i Faruk yapan imandı tesbitine? Öyleyse….
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment