Hayat devam ediyor
Ben hatırlamam o günleri ama artçı şoklarını yaşadım, bir zamanlar bu ülkede Risale-i Nur talebesi olmak, ateşten bir koru, gönüllü olarak eline almak demekmiş.
Bediüzzaman’ı tıraş ettiği için berberlerin, tıraşı bırakın selam verdiği için sokaktaki sıradan insanların hapse atıldığı günler o günler. Tarihin tekerrürü mü? Farklı bir versiyonuyla evet. Efendimiz (sas) döneminde Rabb’im Allah dediği için öldürülmeye çalışılan, işkenceler, boykotlar, iftiralarla; ondan tam 14 asır sonra Peygamber mesleğini temsil eden insan ve insanlara yapılan şey mahiyet itibarıyla aynı. “Ateşten günler” o günler. Hayır, günler değil haftalar, seneler. Musibet zamanının uzun olduğunu da hesaba katacak olursanız asırlar.
Şimdi devran döndü dolaştı aynı noktaya geldi. Necip Fazıl’ın ifadesiyle “Zaman, korkunç bir daire; ilk ve son nokta nerde?” belli değil. Dün Nur’a gönül veren insanlara yapılan maddi-manevi zulümler, işkenceler bugün aynı kulvarda yol alan bir başkasına, Hocaefendi’ye ve onun fikri öncülüğünü yaptığı hareket içinde yerini alanlara yapılıyor. Hem öylesine insafsızca yapılıyor ki yine Necip Fazıl’ın “Bazen geriden gelen, yüz bin devir ilerde” sözüne müşahhas delil olacak şekilde. Zulümleri ile tarihe mal olmuş insanları aratacak bir mahiyette neredeyse.
DOĞRU İSTİKAMETİNDE SABİT KADEM OLMA
Ne olur, bu süreç nereye kadar gider, devlet mekanizmasını elinde bulunduran kişilerin keyfî yaklaşımlarına toplum daha ne kadar tahammül eder bilemiyorum. Bu ve benzeri sorularının cevabını sadece Allah bilir. Bizim bildiğimiz şey; yapılanların yanlışlığı sabit olduğunda yanlışta ısrar etmeme; ama doğruysa da doğrudan dönmemedir. Çünkü doğrudan dönme dönekliktir. Hocaefendi’nin ifadesiyle hakikate karşı saygısızlıktır. Şu sözler daha Kasım 2013’te dershane kapatmaları tartışmalarının yapıldığı günlerde Hocaefendi’nin söylediği sözler. “Doğru istikametinde sabit-kadem olmalı; dimdik durmalı, taviz vermemeli, evet dememeli, tabasbusta bulunmamalı, yaltaklık yapmamalı!.. Saygıda kusur etmemeli ama yaltaklık da yapmamalı!.. Yanlışlarımız varsa, birbirimizle konuşurken onları düzeltelim ama doğru bildiğimiz şeylerden de taviz vermeyelim. O, hakka karşı, Allah’a karşı, Peygamber’e karşı dünyanın hatırına, dünyevî geleceğin hatırına saygısızlık olur.”
Doğru istikametinde sabit kadem olma; şu ana kadar yapageldiğimiz ve doğruluğuna inandığımız işleri yapmaya devamla mümkündür. Belki mevcut saldırılar yapılanları müdafaa sadedinde ek bir görev yükler insanlara ama bu, şimdiye kadar yapılanların terki anlamına gelmez ve gelmemeli. Şunu görüyorum yakın çevremde; güncel hadiselere kendini kaptırıp asıl yapılması gerekeni terk etme. TV, gazete, sosyal medya öylesine meşgul ediyor ki bazılarını başka bir şey düşünemiyor hale geliyorlar. Halbuki bu doğru istikametinde yol almaktan vazgeçmenin ilk adımıdır.
İkincisi; söz konusu hadiselerden etkilenmeme elbette imkansız. Ülkeyi adeta karabasan gibi basan bu boğucu atmosferin sürüklediği dalgadan kendimizi kurtarmak çok zor. Özellikle dava şuurunun yüksek olması, hassasiyet eşiğinin düşüklüğü bu etkiyi artıran unsurlar. Hatta dünyada takdirle karşılanacak, ahirete bakan veçhesiyle de insanın sevap hanesini zengin kılacak bir davranış şekli. Ama şunu da unutmamak lazım; hayat devam ediyor. Acısıyla-tatlısıyla, sevinciyle-kederiyle hayat gerçekten devam ediyor. ‘Gelin giren evden cenaze de çıkıyor’ meşhur halk deyimiyle. İmtihan sırrı bu. Bu sırrı kavrayıp ona göre hareket etmenin de şart olduğunu düşünüyorum. Aksi halde hayat çekilmez hale gelir. Siz gönüllü olarak bunu kabullenip hüzün deryasına kendinizi salsanız bile aynı yastığa baş koyduğunuz eşiniz bu hayatı tahammülde zorlanabilir. Hele hiçbir şeyden haberi olmayan küçük çocuklar, dün yüzüne gülen baba-anneye bedel sürekli somurtan; dün neşe ile dopdolu olan eve bedel gam, keder, hüzünle dolu ev atmosferi karşısında ömür boyu etkisi devam edecek travmalar geçirebilir.
Efendimiz’e (sas) bakın isterseniz. Hüzün peygamberi. “Benim bildiğimi bilseydiniz çok ağlar, az gülerdiniz.” diyen birisi O (sas). Kıyamete kadar gelecek bütün ümmetinin dertlerini sinesinde ağır bir sancı ve ıstırap şeklinde duyuyor. Önemli bir örnektir. Savaştan yani can pazarından dönüyor. Yolda ashabının da göreceği şekilde Hz. Aişe validemizle yarışıyor. Sıradan bir bakış açısıyla haşa ve kella, yeri mi, zamanı mı, Peygambere yakışır mı vb. onlarca soru ile bakabileceğiniz bir hadise bu. Ama hayat devam ediyor. Eşine nefes aldırıyor. Ashabına bire bir örnek, ümmetine de rehber oluyor.
11 Eylül saldırıları sonrasını hatırladım. Amerika’da bizatihi devlet başkanı başta olmak üzere devlet üst düzey yetkililerinden üniversitelerdeki psikolog ve sosyologlara kadar birçokları TV ekranlarına çıkıp halka, “sinemaya gidin, mall’lere alış-verişe gidin” çağrıları yapıyorlardı. Çok şaşırmıştım bu açıklamalara o zaman. Neden demiş ve cevabını aramaya durmuştum. Karşıma çıkan sonuç şu; terörün en büyük hedefi insanlarda korku ve panik hasıl edip onları günlük yaşamlarından uzaklaştırmadır.
DİKLENMEDEN DİK DURUŞ
Bir de Hocaefendi’ye bakın. Bırakın ömrünü adamış olduğu hizmet davasına karşı yapılan onca zulümleri, 8 ay boyunca en yüksek seviyeden ve en yüksek perdeden yapılan hakaretleri nazara alın sadece. Defalarca yazdım; bir insan olarak etkilenmemesi mümkün mu? Bu yaşına kadar onuruyla, şerefiyle, haysiyetiyle yaşamış bir insan. 400’ü aşkın kelime, kavram ve hakaret cümlesi insafsızca boca edildi üzerine medya takip kurumlarının verdiği listelere göre. Buna rağmen 8 ay boyunca sadece sustu. Kelime-i vahide ile olsun mukabelede bulunmadı. Ve işte yeniden başlayan sohbetlerde 4, 6 ve 7 Ağustos’ta herkul.org sitesinde yayınlanan sohbetlerinde kendisini gördünüz. Hüzün, gam, keder yüzünden okunuyor, satır aralarından değil bizatihi satırların içinde şahsı adına değil devleti, milleti, dini adına duyduğu kaygı ve endişeleri dile getiriyor. Bununla beraber yüzünde tebessümler, dilinde latifeler de var. İnsanı tebessüme salan şakalar da yapıyor, fıkralar ve hikâyeler de anlatıyor. Davranış bilimcileri ne der bilemem ama ben âmiyâne bir şey diyeyim sözün geldiği bu aşamada; öncelikle yukarıda dediğim gibi hayatın acısıyla-tatlısıyla devam ettiğinin göstergesi. İki; bu rahatlık onca suçlamalara rağmen kendinden emin oluşun, diklenmeden dik duruşun, ilke ve prensiplerine güvenin ifadesi. Ve üç, yazıya başlık yaptığımız gibi hayat devam ediyor. Örnek oluyor bu tarzıyla bizlere.
Yanlış anlaşılmasın; Ömer Hayyam felsefesiyle: “Geçmiş günü beyhude yere yâd etme/ Bir gelmemiş ân için feryat etme/ Geçmiş gelecek masal bunlar hep/ Eğlenmene bak ömrünü berbat etme.” demek değil bu. Ya da Lale devri şairi Nedim gibi “Bir safa bahşedelim gel su dil-i nâşâde/ Gidelim serv-i revânım yürü Sadabâd’e/ İşte üç çifte kayık iskelede âmâde/ Gidelim serv-i revânım yürü Sadabâd’e.” demiyorum. Ama her şeye rağmen hayatın da devam ettiğinin bilincinde olunması gerektiğini söylüyorum.
Başa döneyim; dün Nur talebesi olmak ateşten bir koru elde tutmak demekti bu topraklarda. Bugün de değişen bir şey yok gibi. Necip Fazıl ile bitireyim:
“Zaman, korkunç daire; ilk ve son nokta nerde?
Bazı geriden gelen, yüzbin devir ilerde!
Yeter senden çektiğim, ey tersi dönmüş ahmak!
Bir saman kâğıdından, bütün iş kopya almak.”
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment