Haluk papaz oldu!
Bizim gençliğimizde ‘Haluk papaz oldu?’ hayreti mucib, vukuu imkansız bir hadise gibi algılanır ve anlatılırdı büyüklerimiz tarafından. Öyle ki, evdeki babam, okuldaki öğretmenim, camideki imamım arasında bir fark yoktu. Hepsi aynı çizgide düşünüyor ve aynı paralelde konuşuyorlardı.
Neydi mesele ve ‘Haluk papaz oldu’ cümlesi neyin simgesi, remzi olmuştu. Haluk 1867-1915 yılları arasında yaşayan Mehmet Tevfik Fikret’in oğlunun adı. Tevfik Fikret, şair, yazar, öğretmen, edebiyatçı kimliği ile meşhur hemen herkesin tanıdığı bildiği bir isim. Hemen önemli bir ayrıntı; Tevfik Fikret 1895 yılından önceki yazılarında hep Mehmet Fikret adını kullanırmış. Mehmet Fikret’in Tevfik Fikret’e evrilmesi 1895 yılından sonra olmuş. Bu değişimin zihni değişimde tekabül ettiği bir yer var; var ama o, bu yazının konusu değil. T.Fikret’in annesi Refia Hanım. Refia Hanım oğlu 12 yaşında iken 1879 yılı hac yolculuğu dönüşü yakalandığı kolera hastalığı sebebiyle vefat etmiş. Bu da T. Fikret’in aile yapısı hakkında ve muhtemel yetişme ortamı hakkında bizlere fikir verecek bir ayrıntı. Daha fazla detaya girmeden konuya döneyim;
“Milletim nev’i beşer, vatanım ruy-i zemin:
Kitabım sahn-i tabiat kitabı; dini hak, bence dini hayat”
dizelerinin şairi olan T. Fikret, oğlunun Batı standartları içinde eğitim almasını can-ı gönülden arzulayan birisi. Oğlunu İskoçya’nın Glasgow şehrine gönderiyor elektrik mühendisi olması için. Gönderirken beklentilerini ifade eden şu mısralar T.Fikret’in o dönemki düşünceleri, Osmanlı ve Avrupa’ya bakışı adına bize yeteri ölçüde fikir verecek nitelikte:
“Ey şetaretli yolcu, sen yürü geç.
Sen bu merhalede kalma, sıçra, atıl!
Bir ziya kârbânı bul ve katıl
Gez, dolaş kâinatı efkârı.
Dâima önde, dâima yukarı!
Bu tehalük hayât u kuvvetden
Ne bulursan bırakma: San’at fenn,
İ’timad, i’tina, cesaret, ümid,
Hepsi lâzım bu yurda hepsi müfid.
…..
Bize bol bol ziya kucakla getir;
Düşmek etrafı görmemektendir.”
Sonuç; Haluk Glosgow’dan Amerika’ya geçiyor; Michigan Üniversitesinde mühendislik eğitimini tamamlıyor, Türkiye’ye dönmeyi düşünmüyor; din değiştirip Hıristiyan oluyor, ardından papazlık eğitimi alıp kiliselerde görev yapıyor ve nihayet 1965 yılında Orlando, Park Lake Presbyterian kilisesinde görevli olduğu sırada hayata gözlerini yumuyor. Konumuzu alakadar eden yönüyle Haluk ve babasının hikayesi kısaca bu.
Pekala konu ne? Konu, din değişikliğine karşı yetiştiğimiz çevrenin bakışı ve bu konuda duyulan gerilim. Ben şahsen çocukluğumuzda, yetişkinliğimizde Türkiye’de çocuklarımızın din değiştirme ihtimalleri karşısında duyduğumuz endişenin ya da gerilimin Amerika’da kaybedildiği inancındayım. Dikkat edin mezkur endişe ve gerilim % 99’u Müslüman olan, kültürel etkileşimin bugünkü ölçüde yaygın ve hızlı olmadığı bir ortamda duyuluyor. Endişe ve gerilimin duyulmadığı ülke ise, nüfusunun % 99’u Müslüman olmayan ve kültürel etkileşimin füze hızıyla bizleri tesir altına aldığı bir ülke.
Yanlış anlaşılmasın; din tercihinde tabii ki özgür irade esastır. Çocuklarımız yaşları büyüdüğünde, kendi din tercihleri yapacakları bilgiye ve kemale eriştiğinde başka bir dini tercih ederse, ‘dinde zorlama yoktur’ fehvasınca bir şey denilemez. Denilemez ama daha küçük yaşlarda çocuklara kendi inançları istikametinde dini eğitim vermek de her anne babanın vazifesidir, vecibesidir.
İşte benim asıl vurgulamak istediğim nokta da burası. Diyorum ki, sözünü ettiğim ve muhtemel bile olsa eğer anne anne-baba çocuklarının dinlerini değiştirme ekseninde o endişe ve gerilimi kaybederse; din eğitimi vermiyor, verilmesi için hususi gayret sarf etmiyor, kendi çocukluğunda anne-babasının kendisine uyguladığı türden bir metot ile çocuklarının İslam üzere sabit kadem kalacağını zannediyor. “Zannediyor” diyorum; çünkü kendi doğduğu, büyüdüğü, yetiştiği çevre ile şu an oğlunun kızının doğduğu büyüdüğü ve yetiştiği çevre ile farkını fark etmiyor.
Haluk misalinin buna bakan vechesi de var. Ninesi hac dönüşü ölen bir hanenin torunu. O dönemde hacca gitmenin sıkıntı, zorluk, meşakkat adına insana neler neler tahmil ettiğini tahmin edebilirsiniz. Bütün bu zorluklara göze alarak gitmiş kadın hacca. Babası Mehmet Fikret daha iyi bir eğitim alması ve bunu ülkesine, milletinin insanına yansıtması için bin-bir hayaller ile göndermiş oğlunu Avrupa’ya ve bunu da yazdığı şiirde açıkça dile getirmiş. Sonra, sonrası malum. Yukarıda okudunuz hikayesini. O çevreden, o idealden kopunca bizim Haluk, yaşadığı çevrenin rüzgarına kapılarak din değiştirmeye kadar hatta papaz olmaya kadar uzanan bir değişim, dönüşüm ve başkalaşım içine girmiş. Bizim çocuklarımızın böyle olmayacağına dair elimizde garantimiz olmadığına göre –ki yok ve böyle bir garantiyi hiç kimse veremez- dini kimliğini kazanma ve koruma adına daha fazla dikkatli olmamız gerekmez mi?
Yanılıyor olabilirim. Belki ben vehim ve hayallerimi konuşturuyorumdur endişe ve gerilim kayboldu derken. Belki çevremdeki üç-beş şaz sayılabilecek örneği genelleştirerek ele alıyorumdur. Belki olan ile olması gereken arasındaki farkı büyütüyorumdur. Belki, belki….Ama böyle bile olsa, hayale hakikat urbasi gibi giydirsem de, üç beş örneği genelleştirsem de, bu konuda gösterilecek azami dikkat faydadan başka bir şey getirmeyecektir bize.
Bu yazıda dile getirmeye çalıştığım düşünceleri isterseniz bir endam aynası yapalım ve hep birlikte o aynanın karşısına geçelim; bakalım ayna, bizi bize nasıl gösterecek; çocuklarımızın dini eğitim alması konusunda bize kaç puan verecek?
1 Comment
Only registered users can comment.
Haluk’un Bayramı
Baban diyor ki: ‘Meserret çocukların, yalnız
Çocukların payıdır! Ey güzel çocuk, dinle;
Fakat sevincinle
Neler düşündürüyorsun, bilir misin? … Babasız,
Ümitsiz, ne kadar yavrucakların şimdi
Sıyah-ı mateme benzer terâne-i îdi!
Çıkar o süsleri artık, sevindiğin yetişir;
Çıkar, biraz da şu öksüz giyinsin, eğlensin;
Biraz güzellensin
Şu ru-yı zerd-i sefalet… Evet meserrettir
Çocukların payı; lâkin sevincinle
Sevinmiyor şu yetim, ağlıyor… Halûk, dinle!
Tevfik Fikret