Hakta ittifak, ehakta itilaf

Yolun sonu görünüyor demiştim. Adım adım bu sona doğru gidildiğini görmek insana o kadar acı veriyor ki acı kelimesinin lügatlerde var olan tarifleri bu acıyı anlatmaktan aciz kalır. Başka bir kelime bulmak lazım bunu ifade için. Izdırap diyebiliriz belki. Kalak aklıma geldi şu anda, neden olmasın? Fakat katiyen acı değil.

 

Neden böyle diyorum biliyor musunuz? Söyleyeyim, belki bir ölçü de olur zira benim tecrübelerime göre burası bir kırılma noktası. Zaten bunu gördüğüm için yolun sonu görünüyor demiştim. Artık buna, yani kırılma noktası dediğim manzaraya, da şahit oldum ya şimdi rahatlıkla söyleyebilirim: Yolun sonu göründü. Merakınızı ziyadeleştirmeden söyleyeyim: Benim, belki bir ölçü de olur, dediğim kırılma noktası mahremiyet perdesinin sıyrılıp bir kenara atılmasıdır. Üçüncü şahıslar yanında bu mevzuların bütün netliğiyle konuşulmasıdır.

 

Bu düşünceme katılıp katılmamada serbestsiniz ama ben böyle düşünüyorum. Çünkü biz Müslümanız. Hayat tarzımızı, düşünce eksenimizi, yaşam standardımızı, ister yaşadıklarımız ister düşündüklerimizin hikaye edilmesinde neyi, nerede ve nasıl konuşacağımızı belirleyen değerlerimiz vardır bizim. Bunlardan bazıları direk olarak din kaynaklıdır; ayettir, hadistir, Efendimiz’in (sas) uygulamasıdır. Bazıları dinden onayını almış örftür, adettir, gelenek ve görenektir. Bazıları evrensel doğrulardır, insanlığın ortak paydasıdır, fıtratın lazımıdır. Bana göre mahremiyet perdesi hem din hem örf ve adet hem de insanlığın ortak paydası sayılan değerlerde kendine yer bulan önemli bir husustur. Siz onu anlık hissiyatlarınızın, birikmiş öfkelerinizin, kine nefrete ve düşmanlığa dönen düşüncelerinizin tesiriyle elalem yanında yırtar, parçalarsanız, benim buna diyebileceğim tek şey vardır; yolun sonu göründü.

 

‘Burnundan solumuşsun bu satırları yazarken’ diyebilirsiniz bana, olabilir. Nasıl solumam ki? Mehmet Akif’in içtimai çürüme adına dile getirdiği hususu ben karşımda etten kemikten insanlarda görüyorum. Ne diyor Akif? “Haya sıyrılmış inmiş; öyle yüzsüzlük ki her yerde… Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde.” Lütfen anlayın beni. Haya yok ortada.

 

Hissiyatımı anlatma ve kendimi temize çıkarma adına değil ama şu Peygamber beyanını da bir kenara kaydedin. “İlk peygamberlerden beridir halkın hatrında kalan ve devamlı söylenen bir söz vardır: Utanmadıktan sonra dilediğini yap.” (Buhari, Enbiya, 54; edeb, 78) Daha ne diyeyim?

 

Her neyse; gelelim meselenin özüne. Öz şu: Her iki tarafta hak değil ehakk peşinde. Doğru değil daha doğrunun, güzel değil en güzelin pesinde. ‘Olsun, ne var bunda?’ diyebilirsiniz? İyi ama 3 çocukları ile 10 yılı aşkın evliliklerinde gerçekleşmeyen bu en doğru, en güzel simdi mi gerçekleşecek? ‘Evet, gerçekleşecek aksi takdirde boşanacağız’. Çiftin durduğu yer burası. İkisi de  halk tabiriyle ‘nal deyip mıh demiyor, Nuh deyip peygamber demiyor’, milim oynatamıyorsunuz onları yerlerinden, tavizin en küçüğüne bile yanaşmıyorlar. İnat kelimesinin zirve noktasındaki tezahürünü görmek isteyenler buyursunlar buraya, inanın daha iyi bir manzara göremezler.

 

Halbuki Bediüzzaman Hazretleri der ki: “Hakta ittifak, ehakta ihtilaf olduğundan; bazan hak, ehaktan ehaktır; hasen, ahsenden ahsendir.” 3 çocuklarına acıyarak, 10 yıllık mazilerine bakarak keşke anlayabilseler bu vecizenin altında yatan derin manayı ve ona göre hareket edebilseler. Ben ümidimi kestiğim için sadece susuyorum. Bu yazıyı kaleme almamım sebebi de mezkur muhataplarıma olmasa bile başkalarına numune olmasıdır.

 

Ne yapalım takdir, elden bir şey gelmiyor.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.