Güney Afrika; kaybedilmiş savaşı kazanan mı, kazanılan savaşı kaybeden mi?
Town diyorlar Johennesburg’lular şehir merkezine. 1970 yılından beri taş üstüne taş konmasa da, Afrika’nın Batı standartlarını yakalayan bu şehrini, tatlı bir sonbahar akşamının ılgım ılgım esen rüzgar ve ışıl ışıl yanan lambaları eşliğinde görelim istedik. Yolda trafik çevirmesi vardı.
Sadece ehliyet sordu polis. Türkiye ehliyetiyle araba kullanılabildiği için ehliyetini değiştirmemiş bize rehberlik yapan arkadaşımız. Polis ehliyette ülke ismi ve son kullanma tarihi olmadığı için kabullenmedi ve bize uzun uzadıya bunun gerekliliğini anlattı. “Amenna ama biz ne yapabiliriz ki, devletimiz böyle belirlemiş ehliyet stilini.” deyince polis ağzındaki baklayı çıkardı, “Sahte bu.” dedi. Bunun üzerine ben ve arabada bulunan bir başka arkadaşım kendi ehliyetlerimizi gösterince “Tamam, şimdi inandım.” dedi ama bu defa Türk büyükelçiliğinden uygulamanın böyle olduğuna dair bir belge istedi. Aksi halde 1775 rand para cezası keseceğini, bu parayı peşin vermeme durumunda bizleri karakola götüreceğini söyledi. “Ne olacak?” dedim. “Büyükelçilikten böyle bir belge gelene kadar orada kalacaksınız.” dedi. Cuma akşamıydı. Bu hesaba göre 2 gün karakoldayız. Sordum, “Pazartesiyi mi bekleyeceğiz?”. Umursamaz bir tavırla “Ne yapabilirim ki!” tarzında omuz silkti.
İşin ciddiyetini anlayınca yerli rehberimizin rüşvet teklifine asıldık. “Bize bir iyilik yap.” cümlesi ile başlayan asılma 100 rand ile son buldu. Açıktan da değil; “Ruhsatın içine koyun, öyle verin.” dedi. Aynen dediği gibi yaptık. Bir görecektiniz polisi; ruhsatın içindeki parayı cambazları aratmayacak el çabukluğu ile evraklarının arasına indirdi ve bize “Güle güle” dedi.
Oradan ayrılırken rehberimiz, “Bozuğum yoktu, onun için 100 verdim; aslında bu işin rayici 50 rand, hatta bazıları 100 verip 50 geri isterler, benim İngilizcem olmadığı için diyemedim. Pazarlık da yapıldığı olur.” Zaten şaşkınlık yaşıyorduk; son sözler şaşkınlığımızı daha da artırdı. Malesef böyleymiş Güney Afrika’da. Özellikle yerli (siyahi) polisler rüşveti geçim kapısı yapmışlar. Söylenene göre beyaz polisler ise hiç almazmış.
Sadece bu alanda mı? Kısa süren seyahat ve ziyaretimizde çeşitli kişilerden aldığımız bilgiler bu soruya hayır cevabını vermemizi gerektiriyor. Rüşvet, özellikle 1994 sonrası hayatın birçok alanında kendine yer buluyor.
Afrika’da beyazlar da yerli!
Neden 1994? Malum Güney Afrika Mandela’nın ülkesi. Ülkenin İngiliz kökenli sömürgeci beyazların elinden kurtulması, Mandela’nın ‘özgürlük, sorumluluk, eşitlik, saygı, uzlaşma, çoğulculuk, demokrasi’ ilkeleri ile bayraklaştırdığı mücadelenin 27 yıllık hapis hayatını müteakip yapılan ilk seçimlerde olmuş. Siyahiler yönetimi 1994 seçimlerinde devralmış. Bir başka tabirle siyahiler hükümet etmeye başlamışlar ülkeye. Burada siyahiler yerine yerliler de diyebilirdim ama ‘400 yıldır buradayız, burası artık bizim de ülkemiz; biz de yerliyiz.’ diyen yüzde 17-20 oranında beyaz var. Bu yaklaşıma hak verenlerin çoğunluğu teşkil etmesi gerçeğine dayanarak yerliler yerine siyahiler demeyi tercih ettim.
Ehliyet vakasından hükümeti devralmaya geçmemin sebebi bu ikisi arasında bir alakanın varlığından dolayı. Şahsi kanaatim, siyahiler intikam alıyor. Asırlar boyunca beyaz hakimiyeti ve baskısı altında yaşamış olmanın ezilmişliğini rüşvet hadisesinde yaşadığımız türden davranışları ile üzerlerinden atıyor ve psikolojik rahatlama sağlıyorlar. Rüşvet ve benzeri yanlışlıkları yapmama noktasında kendilerini bağlayan bir inanç ya da aşkın iradeye teslim olmayınca, işler de çığırından çıkıyor. Son tahlilde kaybeden ülke oluyormuş. Gördüğüm kadarıyla şimdilik bunu düşünen çok yok. Ülkeye ciddi yatırımların yapılmamasından bürokratik işlemlere uzanan geniş çerçeve bunu gösteriyor.
İsterseniz bazı kesitler sunayım sizlere: Ülkenin % 90’ı Hıristiyan. Müslümanların toplam nüfusa oranı % 2,5. Beyazlar % 15, geri kalan siyahi. Siyahi nüfustan her dört kişiden biri AIDS hastası. İstatistiklere göre yıllık ölüm adedi 300 ile 400 bin arası… Halk bunu şöyle formüle etmiş: “Günde 1000 kişi AIDS’ten ölüyor.”
Kızların evlilik öncesi gayrimeşru ilişkiden çocuğunun olması normal, hatta teşvik edilen bir unsur; çünkü kadın bununla doğurganlığını ispatlıyor ve daha rahat koca buluyormuş. Hırsızlık rüşvetten daha kötü ve toplumun tüm alanlarına sirayet etmiş durumda. En çok hırsızlık da perşembe akşamları oluyormuş. Sebebi; hafta sonu akşamları eğlenmek için. Belki de bu nedenle en çok kazanan ticaret alanlarından biri güvenlik. Evlerin etrafında duvar, duvarların üzerinde elektrik verilmiş dikenli tel, her tarafı sarmalayan kameralar ve devriye gezen özel güvenlik şirketi elemanları… Yaşadığınız evin sınırları içine girdiğiniz andan itibaren kendinizi güvensiz ama güvenlik tedbirleri alınmış bir hapishanede hissediyorsunuz.
Madende kararan hayatlar
Dünyanın en büyük yapay ormanının Johennesburg şehri olduğunu biliyor muydunuz? 10 milyon insanın yaşadığı bu şehir alanında belediyeye kayıtlı tam 9 milyon ağaç var ve bu ağaçların dalına dokunamazsınız belediyeden izin almadan.
En çok dikkatimi çeken şeylerden birisi şehir içi dolmuşların üzerinde hiçbir ismin, rakamın olmaması. Bunun yerine duraklarda baş parmağını yukarı kaldıran, aşağı indiren, şehadet ve orta parmağını birlikte kaldırıp sağa-sola yatay döndüren vs. çeşitli hareketler yapan insanlar var. Meğer ki yolcunun gideceği semtin işaretleriymiş bunlar. Dolmuş şoförü o işaretlere göre durakta duruyor veya yolcusu yoksa devam ediyor.
Ve Güney Afrika denince öteden beri akla ilk gelen maden: altın… 1977 yılında kapatılmış ve şu an itibarıyla şehrin göbeğinde yer alan, müze turu turistlik bir mekan olarak kullanılan altın madenine gittik. Adı Gold Reef City. Yerin 3200 metre altına inilmiş bu madende. 57 kat var. Biz rehber eşliğinde 5. kata yani 225 metre tabana indik. Başlangıcından bugüne altın madeni çıkarımındaki safhaları ve çalışma şartlarını gördük. Rahatlıkla diyebilirim, ölümü ensemizde hissettik. Zaten sadece bu altın madeninde toplam 80 bin kişi ölmüş, 1 milyon kişi de sakat kalmış. “Değer miydi?” diyor insan kendi kendine.
Afrika’nın başka birçok ülkesinde olduğu gibi ‘orta sınıf’ burada da yok. Ya zengin ya da hayatını 6 metrekarelik teneke evlerde 8-9 çocuğu, iki-üç hanımı ile birlikte geçiren fakir insanlar var. Yaşam standartların altında-üstünde diye mukayeselere gidemezsiniz çünkü 1 doların altında günlük geleceği bile olmayan bir insan için standardı bırakın, yaşamak bile lüks ve mucize. Hayatta kalma mücadelesi veriyor insanlar burada.
1994 yılında Mandela iş başına geldiği zaman kaybedilmiş savaşı kazanmış insanlar diye görmüştük siyahileri. Mücadelenin, azmin, sabrın zaferi diye nitelemiştik burada olanları. Ama birebir gördüğüm manzara beni farklı düşündürtmeye başladı. Kazandıkları savaşı kaybetmek üzere olan demenin daha isabetli olduğuna dair bir kanaat hakim oldu bende. Yol arkadaşım da farklı bir zaviyeden benzeri kanaate sahip. O düşüncelerini bir cümle ile şöyle özetledi bana: “Güney Afrika, Afrika coğrafyasında Anglo-Sakson kimliğinin inşa edildiği, siyahi görüntünün beyaz refleksler verdiği bir dünya.”
Kırılmış onurlar; kaybedilmiş kimlikler, aşkın bir iradeyi tanımayan akıllar, manevi tatminden uzak kalpler, birikmiş öfkelerini kusmak için önlerine çıkan her fırsatı değerlendirmeye duran serazad nesiller; Güney Afrika’nın benim baktığım pencereden görünen yüzü bu.
Son söz; polis çevirmesi ve aramızda geçen muhavereyi İstanbul’da bir arkadaş meclisinde anlattığımda herkes ehliyetine sarıldı. Son kullanım tarihi bir kenara; ehliyetlerimizin üzerinde Türkiye Cumhuriyeti yerine sadece TC yazıldığını hayretle müşahede etti ve şaşırdılar. Bu uygulamaya karar veren yetkililer ihtimal United States of America (USA), European Union (EU) gibi TC’nin de dünyanın her yerinde bilineceğini düşündüler ve onun için ülkemizin adını açıkça yazmadılar. Eğer öyleyse bilsinler ki şimdilik bilinmiyor ve bizleri sıkıntıya sokuyor. Yetkililere duyurulur.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment