Gelecek tasavvuru
Gelecek tasavvuru mu dersiniz, ümidin müşahhas tezahürü mü dersiniz bilemem ama Fethullah Gülen Hocaefendi’nin son dönem sohbetlerinde sürekli “gelecek bugünlerden daha iyi olacak” diyerek özetleyebileceğim beyanları var.
O kadar çok ki bu beyanlar, insanın dikkatini çekmemesi imkânsız. Bunu imkânsız kılan en önemli özellik ortalıktaki toz-duman ve Hocaefendi işte bu toz-duman içinde ümitle gelecekten söz ediyor.
Toz-duman idyumu ile anlattığım bazılarının bakmamakta, baksa da görmemekte, görse de anlamamakta ısrar ettiği bu gerçek Cemaat-AKP ilişkisi değil. Mesele onu çoktan aştı. Kaldı ki başından beri de böyle değildi. 17 Aralık’ı hemen takip eden günlerde bu satırların yazarı dahil bazıları “Bu, AKP ile Cemaat arasında bir kavga değil; iddia edildiği üzere Cemaat’in hükümete darbesi de değildir, aksine AK Parti’nin AKP ile kavgasıdır; devlete, hukuka, anayasaya, geleneğe yapılan darbedir.” demişti ama toplumun büyük bir çoğunluğu inanmamıştı. Vakıa şimdi de inandıkları söylenemez ama inanma oranı yavaş yavaş yükseliyor. Fakat bu gerçeğin görülmemesi neticeyi değiştirmiyor. Ülke ve ülke insanı olarak hal-i pür melalimiz ortada.
Geleceğe ümitle bakıyor
Sadede dönelim; Hocaefendi’nin gelecek adına çizdiği ve her bir harfinde yakın mı uzak mı bilemem ama geleceğe ümitle baktığını gösteren değerlendirmeleri var. İki boyutu olduğu söylenebilir. İlki; Türkiye geneli ve âlem-i İslam’ı da içine alan insanlık ailesi adına yaptığı tespitler. İkincisi ise; hizmet ve onun geleceğine yönelik yaptığı değerlendirmeler. Tabii Hocaefendi’nin beyanlarında hizmete yapılan zulümler devreye girince, o zulümleri reva görenler de ister-istemez zikrediliyor. Dolayısıyla o mesajlarda hizmet için dile getirilen ümidin yanı sıra diğerleri için de gelecek adına tahminler dile getiriliyor.
Daha dün –bu yazıyı kaleme aldığım tarih itibariyle yani 19 Mayıs 2015- öğle sonrası 5-10 kişi ile otururken bir anekdot anlattı Hocaefendi. Türkiye’yi yakından takip eden, bir manada Türkolog, diğer manada oryantalist denilebilecek birisi ile görüşmüş. Hocaefendi’nin Türkiye, İslam dünyası ve insanlığın geleceği adına verdiği mesajlardaki ümit vurgusu onun da dikkatini çekmiş ve bunu paylaşmış Hocaefendi ile. Ona ne cevap verdiğini söylemedi ama şu değerlendirmeyi yaptı bize: “Hadiselerin çirkin yüzüne baktığı için öyle görüyor.” O zat kimse bana göre bu değerlendirmelerinde haklı. Onun için hemen söze girdim ve; “Biz de farklı görmüyor ve düşünmüyoruz. Ama siz…” dedim ve devam ettim.
Bence mesele “Hadiselerin çirkin yüzüne baktığı için öyle görüyor.” yorumunda düğümleniyor. Bizler genelde hadiselere tek gözlükle bakıyoruz. Sadece bugünü yaşıyor ve bugünü yorumluyoruz. Ama Hocaefendi ve emsali insanlar tek değil birçok gözlükle bakıyorlar hadiselere. Sadece bugünü değil yarını da görüyor, hatta yarını bugün gibi yaşıyorlar. Dolayısıyla yaptıkları yorumlar yarını ve yarınları da içine alıyor. Boyut meselesi, ufuk derinliği, tecrübe farkı, ilmin genişliği ve insanı bu noktaya ulaştıracak onlarca vasıf.
Bunlar maddî; bir de işin manevî boyutu var. Allah ile münasebetlerindeki derinliğe göre, ibadetlerinin kendilerini ulaştırdığı ubudiyet ve ubudet ufkundaki yaşamları ile; kendilerine takdir edilen misyonları açısından mazhar oldukları lütuf ve ihsanlar ile farklı boyutlarda yaşıyorlar onlar. Şahsen ben İ. Arabi’nin “Bizden olmayan ve makamımızı bilmeyen, kitaplarımızı okumasın; zarar görür.” sözünü böyle değerlendiriyorum. Yoksa Hazret halkın istifadesine medar olmayacaksa neden o kitaplar için göz nuru döksün, neden böylesi boş bir gayret ve çabanın içine girsin ki?
Hocaefendi o çıkışa ne dedi diye aklınıza gelebilir. Bir şey demesine gerek yoktu; yoktu çünkü bu ve benzeri manzaranın alabildiğine iç karartıcı olduğu dönemlerde gelecek adına söylediği hemen her şey doğru çıkmıştı Hocaefendi’nin. Bir başka tabirle zaman, yaptığı değerlendirmelerde, verdiği müjdelerde, bulunduğu tahminlerde kendisini haklı çıkarmıştı. Dolayısıyla dese dese tevazuunun gereği olarak “estağfirullah” derdi. Nitekim onu da dedi ve merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile alakalı bir hatıranın hatırlatılması üzerine onu yeniden anlattı.
12 Eylül öncesi Özal’la..
12 Eylül 1980 darbesinin bir veya iki hafta öncesinde Bornova Camii’ne gelmiş, vaaz ve hutbeyi dinlemiş merhum Özal. Namaz sonrası imam odasında Türkiye’nin geleceği üzerine kısa bir muhabbet yapmışlar. Anarşinin gemi azıya alıp günde onlarca gencin öldüğü o çatışma ortamında Özal geleceği çok karanlık gördüğünü söylemiş. Hocaefendi ise tam aksini. Detaylar bir tarafa, zaman Hocaefendi’yi haklı çıkarmış ve ihtilale ve MSP’li vasfına rağmen Özal önce ekonomiden sorumlu başbakan yardımcılığına, ardından ANAP ile Başbakanlığa ve nihayet Cumhurbaşkanlığı makamına kadar yürümüş. Sadece Özal ve onun şahsî ikbali değil, o ve arkasından gelenlerin gayreti Türkiye’yi de çok farklı noktalara taşımış. Sözün kısası; o toz-duman ortamında söylenen iki farklı değerlendirmede Hocaefendi haklı çıkmış.
Biraz eskilere giderek hemen herkesin bildiği bir misal verelim: Tarih 19 Temmuz 1991. Hocaefendi bir konferans salonunda sohbet ediyor gençlerle. Türkiye, evinin içinde terörle mücadelede tarihinin en çetin dönemlerini yaşıyor. Dışarıda Irak’ın Kuveyt’e saldırması sonucu I. Körfez Savaşı diye kayda giren savaş ve sonuçları ile meşgulüz. SSCB yıkılma ve parçalanma sürecini yaşıyor. Hizmet ise yurtiçinde insanımıza yardım etmek için okul-yurt-dershane diyerek kurumsal gelişimini sağlıyor. Sayısı da bugünlerle katiyen mukayese edilemeyecek ölçüde çok küçük rakamlarla sınırlı.
İşte bu atmosferde Hocaefendi şunları söylüyor: “‘Zannediyorum siz, elin âlemi olimpiyat yaptıkları o büyük salonları yapacaksınız. Sonra açık salonlar diyeceksiniz. O olimpiyatların yapıldıkları açık-kapalı stadyumlar da bir gün size dar gelecek.” Aradan 30 yıl geçiyor, zaman ve hadiseler Hocaefendi’yi bir kez daha haklı çıkartıyor ve onun bu iki satırlık konuşması, binlerce kişiyi içine alan açık-kapalı o büyük stadyumların ve salonların dev ekranlarında gösteriliyor.
Tam bu yazıyı tamamlayacağım; “Af etmeye hazır olun” başlıklı 471 No’lu nağme yayınlandı Herkül sitesinde. Orada da gelecekle alakalı bir beyanı var Hocaefendi’nin. Bugün cemaatin içinde yaşadığımız otoriterleşme sürecinde kendisine yapılan zulümlere meşruiyet kazandırmayan, zulme uğrasa da eyvallah etmeyen dik duruşu merkeze alarak yaptığı gelecek tasavvuru diyebileceğimiz değerlendirmeler bunlar. Önce o sözleri aktarayım: “Bugün bazıları anlamasalar bile, tarihin sayfalarına sizin, arkadaşlarınızın yaptığı şeyler bembeyaz satırlar halinde işlenecektir. Bazıları da kendilerini ap ak gösterseler bile onlar da tarihin sayfalarına kapkara lekeler halinde dökülecektir. Bir nesil, iki nesil, üç nesil.. torunlarına bile diyecekler ki: Ey hırsız dedenin torunu!.. Ey mürteşi dedenin torunu!.. Ey mürtekip dedenin torunu!..”
Keşke olmasa ve keşke denmese. Ama 2 yıldır her türlü uyarılara rağmen hız kesmeden devam eden bu gidişat Hocaefendi’yi öyle zannediyorum ki bir kez daha haklı çıkartacak ve o günler geldiğinde bu sohbeti TV ekranlarında yeniden dinleyip onun haklılığına bir kez daha şahit olacağız. Şahsen benim zerre kadar endişem yok. Yok zira insanlık tarihi bunun şahidi.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment