Cenevre’de bir toplantı
Geçen hafta BM Cenevre merkezinde ‘Barış İnşası İçin Sivil Toplumun Seferber Edilmesi’ adlı bir konferansa katıldım.
50 ülkenin temsilcilerinin –bazıları büyükelçi düzeyinde- katıldığı konferansa ilgi oldukça yoğundu. 800 kişinin gün boyu süren bu ilgisi çoklarını şaşırttı. Ev sahibi BM ama konferansı düzenleyenler Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi (ECOSOC) üyesi Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı (GYV), İsviçre Diyalog Enstitüsü ve Cenevre Üniversitesi.
Sosyal medya dahil basın yayında konferansla alakalı birçok haber yayınlandığı için detaya girmeyeceğim, bazı değerlendirmelerimi ve tebliğlerden özetleri bu yazıda paylaşmak istiyorum.
Bir; konferansın sembolik değeri. Aylar önceden planlanmış olmasına rağmen bir emirle veya bir mazeret inşası ile iptali mümkün olan bu konferansın “paralel yapı” iddia, itham ve iftiralarına BM’nin aldırış etmediğinin göstergesi olarak okumak mümkün. Selçuk Gültaşlı’nın yazısından öğrendiğimize göre hükümet yanlılarının, bazı konuşmacıları toplantıya katılmaktan vazgeçirmek için yaptığı çalışmaları da buraya ayrıca not etmek gerek.
İki; Fethullah Gülen Hocaefendi’nin mesajının BM salonunda okunması. Mesajın muhtevası bir kenara, 17 Aralık’tan bu yana devletin her türlü imkânını kullanan hükümet eliyle adeta “şeytanlaştırılan” veya “şeytanlaştırılmak istenen” bir kişinin mesajının o salonda okunması sessiz diplomasinin kulakları sağır eden gür bir sesle verdiği cevaptır. Bu cevabı Beyaz Saray’ın Rumi Forum’la birlikte Kurban Bayramı kutlamalarıyla birlikte mütalaa edilmeli. Bu iki cevap “yolsuzluk soruşturmaları” ile “Cemaat’i karalama çabaları” arasında Amerika ve BM’nin nerede durduğunun bir başka resmidir diye düşünüyorum.
Üç; sonuç bildirgesi yayınlandı. Gün boyunca yapılan konferansın meyvesi diyebileceğimiz düşünceleri orada görmek mümkün. Umarım GYV ve program ortağı olan diğer kurumlar, en kısa zamanda bu tebliğleri ve çok faydalı olduğuna inandığım soru-cevap ve dinleyici yorumlarını aynen kitaplaştırarak istifademize sunarlar. O kitabı beklerken konferansta dile getirilen bazı düşünceleri –ki bunlardan bazıları oldukça çarpıcı- şimdiden sizlerle paylaşmak isterim.
Tarık Ramadan diyor ki: “Sözlerle oynayabilirsiniz; ama gerçeklerle oynayamazsınız. Duygularda uzlaşabilir miyiz bilmem ama düşüncelerde uzlaşmak zorundayız. Ebola hastalığından Afrika’da yaşayan birisi tedavi olamazken Avrupa’da yaşayan birisi olabilmekte. Barışın temini için hangi inançtan olursa olsun hatta hangi inançtan olmazsa olsun her türlü insanın ortak paydalarda buluşması gerekiyor.”
İsrail’den programa katılan Rabbi Ehud Bandel anlattı. “İsrail Filistin savaşı dini bir savaş değil, ulusal bir savaştır. Ama onun en kötü tarafı bunun din savaşına dönmesidir. İşte o zaman savaş bütün dünyaya yayılır. Barış inşası için din ve siyaset el ele vermek zorundadır.”
Thomas Michel’in barış inşasında olmazsa olmaz iki şart (adalet ve af edicilik) diye dile getirdiği af edicilikle alakalı bir soruya Tarık Ramadan’ın verdiği cevap salonda alkışlarla karşılandı: “Af, kalp ile aklın birleşmesi ile gerçekleştirilebilecek bir olgudur. Af ettim diyen niceleri daha sonra en eski defterleri açabilmekte ve yeniden çatışmaya başlayabilmektedir.” Şu sözler de alkış alan tespitleri arasındaydı: “Barış için herkes elindeki her türlü imkânı kullanarak sürece katkı sağlamalıdır ama siyasiler öyle yapmıyor. Onlar “gücü bize verin, barışı biz getirelim” diyorlar.
Petra Aczel’in “Barış gazeteciliği” en çok dikkat çeken tebliğler arasındaydı. Akademik camiada yeni ele alınmaya başlayan ve ciddi bir literatürün teraküm etmeye başladığı bu kavram, savaş gazeteciliği karşıtında kullanılıyor. Gerçi savaşın karşıtı barış mıdır yoksa savaşsızlık, tarafsızlık hali midir, ayrıca ele alınması gereken bir konu ama Aczel barış gazeteciliği derken düşüncelerini savaş gazeteciliği karşısından konumlandırmış. Bu da savaş gazeteciliği kavramının ya da olgusunun dünyada genel kabule mazhar olmasından kaynaklanıyor olabilir.
Tebliğinin sonunda salonda bir dinleyicinin yaptığı yorum dikkat çekiciydi. Dedi ki: “Her şeyi gazetecilere ve medya patronlarına yüklemekle insafsızlık yapmış olursunuz. Demek ki savaş gazeteciliğinin toplumda bir karşılığı var, alıcısı var ki onlar da bu yola yöneliyor.” Panelist Myun-bok Bae, buna cevap verdi: “Bütün bütün haksız değilsiniz ama toplumu savaşa değil de barışa yönlendirmekte de gazetecilere büyük görevler düştüğü muhakkak. Yayın politikalarına bağlı olarak gazeteler tirajları dahi barışa katkı sağlayabilirler.” Myun-bok Bae’nin son cümlesine verdiği örnek Zaman Gazetesi oldu.
Tow-Swee-Hin, barışın temini adına dört öneri sundu. Şiddetin yapısal nedenlerine mutlaka inilmeli. Toplum içinde bireyler arasındaki karşılıklı saygı mutlaka kurumsal seviyeye çıkartılmalı. Yeryüzü ile de barış içinde yaşamalı. Yani bugün çevre sorunlarına sebebiyet veren her şeyden vazgeçilmeli. Ve barış için insan kendi içinde huzuru yakalamalı. Bunun için de barış eğitimi verilmeli.”
Eski BM sekreteri Kofi Annan’ın “Okuryazarlık, umutsuzluktan umuda giden bir köprüdür.” sözünü aktaran Radhi Al-Mabuk, insanı şoke eden rakamlarla konuştu: “Dünyada 128 milyon çocuk eğitim imkânlarından mahrum ve bunların 70 milyonu kız çocuğu. Yetişkinlerde ise 800 milyon kişi okuryazar değil. Bu kişilerin eğitim imkânlarına kavuşması için 5 milyar dolarlık bir bütçe yetiyor.” Devam etti Mabuk ve şu üç rakamı söyledi. Dünyada kadınların makyaj malzemeleri için harcanan para 18 milyon dolar, hayvanların gıdası için 17 milyar dolar, sadece Avrupa’da dondurmaya harcanan para ise 11 milyar dolar. Ama cehaletin şiddet başta olmak üzere koruyucu hekimliğe kadar uzanan birçok alandaki toplam maliyeti 1 trilyon 11 milyar dolar. Yine bir rakam daha; 2013 yılında şiddeti önlemek için harcanan miktar 9,8 trilyon; bu ise gayri safi milli hasılanın yüzde 11,3’üne tekabül ediyor.”
Son konuşmacı Daniel Hyslop’un tespitleri enfesti. Sonuç bildirgesinde de etraflıca yer alan bu tespitleri Selçuk Gültaşlı’nın pazartesi günü yayımlanan yazısından tekrar okuyabilirsiniz. Hasılı, insanoğlunun problem diye adlandırdığı hangi sorunu ele alırsanız alın iş Fethullah Gülen Hocaefendi’nin programa gönderdiği mesajda söylediği gibi insana ve bir manada da inanca varıp dayanıyor. Şöyle diyor Hocaefendi, insanla alakalı olarak: “İnsanda başlayan problemleri çözmeye insanla başlanmadığı müddetçe siyasal ve hukuki sistemlere yapılan yatırımlar vakit ve kaynak israfı olmaktan öteye gidemezler.” İnançla ilgili özlü tespitleri ise şöyle: “Barış asıldır ve dinî metinlerin savaş ve çatışma için kullanılması sadece insanlara değil, aynı zamanda bu dinî metinlere de yapılmış bir zulümdür.”
Ne diyordu Ali Bulaç, geçenlerde yayımlanan yazısında: “Ahirette önce dinimiz bizden şikâyetçi olacak.”
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment