AK Diyanet
Mercedes alimi, ibret-i âlem olarak iadesi, zırhlı Mercedes hediyesi, çerez parası, bazı devletluların namaza yetişmesi için ezanların geç okunması, camilerde parti propagandası, oy hırsızlığı yaparken yakalanan imam, arabasını çalanlara hırsız derken bunun Cumhurbaşkanı’na söylendiği zannıyla şikâyet edilen imam Azmi Koç’un savunması dahi alınmadan meslekten ihracı vs…
Liste uzayıp gidiyor. Bu ve benzeri hadiseler siyasi mitingler dahil Diyanet’i tartışmaların odak noktasına oturtuyor. Yaklaşık 2 yıl geriye gidersek bu listeye ilave edilecek başka konular var. Hırsızlıklar, yolsuzluklar karşısında ses çıkarmaması, toplumu kutuplaştıran siyasetin zehirleyici diline dinin nasslarına sığınarak uyarıda bulunmaması, daha ötesi sükûtuyla bunlara destek veriyor görünümü gibi. Tarihi biraz daha geriye mesela Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına kadar götürürsek; hilafetin ilgasından başlayıp Alevilerle alâkalı tavrına kadar yüzlerce-binlerce hadiseyi listeye eklememiz gerekecek.
Böyle bir tabir var mı bilmiyorum ama o odak noktasının odağında ne var? Sonucu kestirmeden söyleyeyim; Diyanet’in siyasî irade ve idarenin kontrolüne girmesi var. Böyle olunca dini anlatmakla yükümlü olduğu söylenen kurum, gerçek fonksiyonunu eda etmiyor, edemiyor, etmesine imkân ve fırsat verilmiyor. Bu önemli mevzuyu daha önce tanıtım yazısı da yazdığım İhsan Yilmaz’ın Kemalizmden Erdoğanizme kitabına havale edip sadede döneyim; Diyanet Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde bugünkü ölçüde siyasî mitinglere malzeme olacak şekilde tartışma konusu olmadı.
Ya yeni hal ya izmihlal
Şimdi dikkat edin, giriş, gelişme, sonuç tekniğine uygun olarak yaptığım girişten sonra gelişmeyi atlayarak direkt sonucu söyleyeyim: Ben bütün bu tartışmaların çok hayırlı olduğunu düşünüyorum ve yakın gelecekte “17 Aralık sonrası içine girilen süreçte Diyanet iyi ki böyle davranmış, iyi ki Mercedes tartışmaları olmuş; iyi ki Kabataş yalanına evet demeyen müezzin sürgün edilmiş; iyi ki..” diyeceğiz.
Neden iyi ki diyorum; çünkü bu örnekler o günkü Diyanet’i ortadan kaldırma veya yeniden yapılandırma tartışmalarına müşahhas malzeme olacak. Artık macun tüpten çıktı; geriye dönüş mümkün değil. Bundan böyle siyasî atmosfer ne olursa olsun, Parlamento 7 Haziran 2015’te nasıl şekillenirse şekillensin Diyanet, mevcut yapısı ve fonksiyonları itibarıyla siyasetin ve halkın tartışma konusu olmaya devam edecektir. Tersinden ifade edeyim; bu kadar kapsamlı ve bu kadar geniş katılımlı tartışmalara konu olduktan, hatta söylemesi üzüntü verici ama bu kadar itibar kaybına uğradıktan sonra Diyanet’in eski haliyle devamı mümkün değil. Bediüzzaman’ın enfes vecizesini hatırlayalım isterseniz: “Eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal.”
Eşyanın tabiatına uygun değil mi diyebilirsiniz bu durum. Fonksiyonunu yitiren her yapı tarih sahnesinden silinmeye veya değişen ve gelişen şartlara göre yenilenmeye tabi tutulamaz mı, hatta tutulmamalı değil mi? Elbette öyle. Ama burada çok üzücü bir durum var; o da bunun Diyanet’in ve onun aldığı ya da almadığı siyasî tavırlar nedeniyle dinin yıpranan itibarı üzerine yapılacak olması. Bu itibar kaybı Türkiye gibi bir toplumda dinin aslî fonksiyonunu icrasına yönelik yapılacak tartışmalarda din adına müthiş bir zemin kayması değil mi? İşte asıl mesele bu. Keşke Diyanet siyasetin emrine giren, onun yaptığı yanlışları meşrulaştıran bir kurum rolü oynamasaydı. İtiraz ediyor ve hakikat-i hal böyle değil diyorsanız, cümleyi yumuşatıp şöyle diyeyim; keşke kamuoyunda bu algının oluşumuna sebebiyet vermeseydi? Daha dik dursaydı. Daha net olsaydı. En basitinden ibret-i âlem diye iade edilen Mercedeslerdeki tutumu, Mümtaz’er Türköne’nin tespitlerine göre siyasî kirliliğin içine çekilmesi amacıyla verilen yeni zırhlı Mercedes’te de gösterilseydi. Ne olurdu? Olsa olsa görevden alma, meslekten uzaklaştırma olurdu ama Diyanet’in itibarı bir nebze korunmuş olurdu.
Mizah dergilerine konu oluyor
Kurumun bu denli bir itibar kaybetmesine sebep olacak tavırlar içine girmeye hakkınız yoktu. Örnekler vererek yarayı deşmek istemiyorum ama şu kadarını söyleyeyim, geldiğimiz noktada mizah dergilerine bile konu oluyor dün hürmetle hitap ettiğimiz Diyanet İşleri Başkanı. “Eleştirilemez mi?” diyebilirsiniz. Elbette eleştirilir. Ben de gerek sosyal medyada gerek yazdığım bazı yazılarda defalarca eleştirdim Diyanet’i ama dini temsil makamında diye bilinen kişilere hakaret etmeden, alaya almadan, genellemelere gitmeden ve sürekli saygımı muhafaza ederek. Halbuki mizah dergilerine bakınca gördüğümüz şu: Dine inandığı halde saygı sınırlarını zorlayan eleştiriler onlar. Dine karşı mesafeli duruşun, hatta o duruşta mesafenin ne kadar açıldığının göstergesi o karikatürler. Dolayısıyla bu durum Diyanet’in baştan sona ele alınıp tartışılacağı zemini sağlıksız kılıyor. Bana keşke dedirten de zaten bu.
Mesele Mercedes değil, Diyanet’in içini boşaltma mıdır diye nereden getirdikleri belli olmayan taşlarla boşluğa seslenen insanların sözleri bir mana ifade etmiyor. Etmiyor zira bu güzellemelerle bir yere varılamaz. Kaldı ki asıl konu tam da bu. Peygamber (sas) mesleğini temsil eden insanların Mercedes’lerle kendilerini tartışmanın odağına koyması. Dolayısıyla asıl taş atılacaksa, bir taş da İslamî nassları göremeyen, halkın duyarlılığını, basiretini hesap edemeyen yetkililere atılmalıydı. En azından şu denebilirdi: “Mercedes ile Vatikan ve Papa mukayeselerine malzeme vermeniz tam anlamıyla bir ferasetsizlik örneğiydi.” Siz demeseniz de mitinglerde siyasî liderler diyor zaten bunu.
İfritten bir süreç yaşıyoruz. Bir cinnet hali. Devletin ve toplumun bütün katmanlarına az veya çok sirayet etmiş bir cinnet bu. Dil ve Kültür Festivali vesilesiyle gittiğim Almanya’da bir dostum bana; “Bir şu ülkenin insanlarına ve gündemine bak, bir de bize!” dedi. “Doğru söylüyorsun ama bizim bugün yaşadığımız ve adına demokrasi mücadelesi dediğimiz dönemi Almanlar 50-60 yıl önce yaşamış. Bugün böyle müreffeh gözüküyorlar ama bedel ödemişler.” dedim. Haklısın dedi o dostum cevaben. Bizim insanımız da önceki nesillerin yapmadıklarını yaparak çocukları için daha iyi bir gelecek adına bedel ödüyorlar şimdi. Buna amenna ama keşke bu bedel ödemede zulmeden taraf kendilerine muhafazakâr demokrat diyen Müslümanlar olmasaydı. Keşke cinnet mustatili içinde yol alan bu devlet kervanına Diyanet katılmasaydı. Katıldı ve ben isteyerek veya istemeyerek gerçekleşen bu katılımın kısa vadede canımızı yaksa, bir mümin olarak bizleri üzse de orta ve uzun vadede hayırlı olacağını ve iyi ki böyle olmuş diyeceğimizi düşünüyorum.
Evet, Diyanet yaptıkları, yapamadıkları ve yapma kudretine sahip olduğu kadar yapmadıkları ile hesaplaşma zeminine ‘çerez’i çok çok aşan ölçüde malzeme hazırlıyor. ‘Hayırlı gelişme’ dediğim bu.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment