‘Aile içi yardımlaşma’, ama…

Huzursuzluğu vardı kız kardeşin. Kocası ile olan problemler ve üç çocuk… Çocuklar olmasaydı boşanma ile mi son bulurdu bu evlilik? Kestiremiyorum. Belki evet, belki hayır. Gaybı Allah bilir, bir şey söylemek de istemiyorum. Aileyi yakından tanımam da bir tahminde bulunmaktan beni alıkoyuyor.

 

Karı-koca arasında yaşanan sorunlara girmeyeceğim. Sadece kız kardeşinin mutsuzluğuna neredeyse bütün detaylarına kadar hakim ve vakıf olan erkek kardeşin müdahale hakkı ve sınırından bahsedeceğim. Klasik aile yapımız açısından bakılınca bu türlü durumlarda başta anne-baba olmak üzere abilerin, ablaların, eniştelerin, yakın eş-dost çevresinin devreye girmesi tabii ve belki de olması gerekli bir durum. Son tahlilde mutlu olalım diye kurulan yuva mutsuzdur, huzur yerine huzursuzluk soluklanıyordur. Dıştan müdahalelerle iş rayına oturacaksa devreye girmenin ne mahzuru olabilir ki? Doğru bir yaklaşım bu. Özellikle taraflar kendi aralarında halledemedikleri meseleleri üçüncü şahıslara taşıdıysa onların devreye girmesi bir sorumluluk aynı zamanda. 

 

Ama…

 

İşte bu ‘ama’dan sonrası biraz karışık. Şöyle ki önce taşları yerli yerine oturtalım. Karşımızda kendi özgür iradeleriyle evlenmiş iki yetişkin insan var. Yaşları kemal noktasına ulaşmaya durmuş, çoluk-çocuğa karışmış bir aileden bahsediyoruz. Hayat düzenlerine ait kararlarını kendileri verecek çağda, yaşta ve olgunlukta bu insanlar. İster anne baba olsun, ister diğer yakın çevre, küçük yaşlarda olduğu gibi bu çiftin hayatlarına insanların istediği zaman müdahale etmesi doğru değil. Böyle mutlak bir hakları da yok. Ne dine göre var böyle bir hak, ne de evrensel normlara göre.

 

Mutlak hakları yok ama yukarıda da ifade ettiğimiz gibi tarafların istekleri ile nihai karar yine eşlere ait olmak üzere devreye girebilirler ve girmelidirler. Yalnız bu hak sınırsız değildir; asıp-kesemezler. Sorunun çözümünde yardımcı olmak amaçtır ve hakkın sınırları bu amaçla çerçevelenir. Bu sınır aşılamaz, aşıldığında hakka tecavüz manası taşır.

 

Şimdi bu gerçekler bahsini ettiğimiz ölçüler içinde bilinmediği, kabullenilmediği, başka bir tabirle akıl, mantık, muhakeme ile değil belki tarafgirliğin sevkiyle meseleye hissi yaklaşıldığı zaman, huzursuzluğu izale için hem de izinsiz bir şekilde, hakkı olmadığı halde devreye girenler yaptıkları mualecelerle ateşi söndürme yerine ateşe odun atıyorlar maalesef.

 

Bu satırların yazılmasına sebebiyet veren ve her iki tarafı da tanıyan bir insan olarak söyleyeyim: Kız kardeş şöyle düşünüyor ve diyor ki; “Bir gülün hatırına bin dikene katlanılır. Ne güzel sözdür: “Bağban bir gül için bin hâre hizmet eder.” Hâre diken demek.

 

Diyor ki: “10 yıl öncesine nispetle şu an geldiği yer o kadar iyi ki, eşimin geçim adına kat etmiş olduğu mesafe o kadar ileri ki, Allah’tan bela mı isteyeyim? Razıyım ben buna.”

 

Diyor ki: “Eşimin gerçekten kötü ve çekilmez huyları ile iyi huylarını mukayese ettiğimde, iyiler kötülere, artılar eksilere, getiriler götürülere galip geliyor.

 

Diyor ki: “Benim bir B planım yok. Böyle bir şeyi hiç düşünmedim. Allah düşündürmesin de. Evet bunca yıldır yaptığımız kavgalardan, tartışmalardan, küsmelerden yoruldum; yoruldum ama mevcudu da kabulleniyorum.

 

Diyor ki: “Ben geçimin yolunu buldum. ‘Güzel gören güzel düşünür; güzel düşünen hayatından lezzet alır’ vecizesi benim rehberim. Keşke abim de böyle bakabilse.

 

Diyor ki: “Benim yaşadığım sıkıntıları belki de ben hak ettim. İhtimal Rabbimle olan irtibatımı tam kuramadığım, O’nun benden beklentisi ölçüsünde O’na yar ve kul olamadığım için bu sıkıntıyı verdi ve veriyor Rabbim. Ben kendime bakmalıyım. Böyle düşünüyor ve böyle de inanıyorum.

 

Diyor ki: “Mülayemet, bu ve benzeri hadiselerde en etkin sonucu verecek metodtur. Öyle olmasaydı Allah Hz. Musa’ya Firavun’a giderken mülayemetle davranmasını emir eder miydi? Sabredecek ve mülayemetimle eriteceğim onu.”

 

Gördüğünüz gibi İslam hukukundaki tabirle ‘fuzuli’ diye nitelendirebileceğimiz yakın çevre hak ve sınır tanımayan bir çizgide devreye girince maksadın aksi ile karşılaşılıyor. İyi niyetle yapayım derken usul hatasından hem kendi kaybediyor hem de kardeşinin kaybına vesile oluyor. Yapayım derken yıkıyor. Düzelteyim derken bozuyor. Sıkıntıyı izale edeyim derken daha da derinleştiriyor. Değiştireyim derken dönüştürüyor. Onları bu noktaya getiren sebeplere değil sadece sonuca bakıyor ve bir an önce kendi doğruları istikametinde sonuca ulaşmayı arzu ettiği için süreci düşünmüyor, sonuca odaklanıyor. Sema Karabıyık’ın bir başka vesile ile dediği gibi: “Süreci okumak yerine sonuca odaklanarak analiz yapma maalesef gerçeklerden uzaklaşmaktan başka bir amaca hizmet etmiyor.”

 

Keşke herkes hakkını ve haddini bilse… 

 

Keşke!

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.