Selden kaçmak çare mi?
“Çocuklarımız! Dün hülyamızdı, bugün hakikat. Ya yarın!”
Yolu kaderin sevkiyle bir şekilde Amerika’ya düşmüş insanlarımızdan bazıları çocuklarını daha iyi yetiştirmek amacıyla memlekete dönüş kararı alıyor ve nihayetinde dönüyorlar. Anne-baba bekar iken ya da yeni evli olduklarında veya çocukları küçük iken ne kendileri ne de çocukları için Amerika’da yaşamayı problem yapmayıp da çocukları özellikle ortaokul çağına geldiklerinde problem yapmalarının hem anlaşılamaz hem de anlaşılabilir yanları var.
Ben anlaşılamazların anlaşılabilirlere nisbeten daha çok olduğunu düşündüğüm için geri dönüş kararını onaylamayan bir yerde duruyorum. Tabii bir tek şartla; istisnalar hariç. Hele benim bakış açıma göre sıradışı bir pozisyona sahip, belki kendi iradelerine rağmen –ki kaderin sevkiyle derken bunu kasdetmiştim- buraya gelip vazife yapan insanların sırf ‘çocuklarım’ deyip her şeyi bir kenara bırakmalarını anl/am/ıyorum.!
Nedenini anladık diyelim. Yani çocuklarının dini, milli ve kültürel kimliğini koruması adına gidiyorlar. “Aman çocuğum ayakları yere basan bir insan olsun da, varsın İngilizcesi ana dili gibi olmayıversin. Varsın birinci liglerdeki işlerde değil de ikinci üçüncü sınıf işleri yapan bir meslek erbabı olsun.” diyorlar. Bilmiyorum ki çocuğu ve çocuğunun geleceği namına böyle karar veren bir anne-babanın yaptığına fedakarlık denir mi? Bunların niyetlerine göre sevap alacağı kesin; onda şüphem yok; ama kaderin önüne çıkarttığı fırsatları dini, milli ve kültürel değerleri adına iyi değerlendirip-değerlendirmediği konusunda sorguya çekileceklerinden de şüphem yok.
Nedenini geçelim de nereye gidiyorlar sorusuna cevap arayalım. Sahi, nereye gidiyorlar? Türkiye’ye. Globalleşen dünya içinde Türkiye Amerika’dan hangi ölçüde ve hangi oranda farklı? Bu farklılık çocuklarını yetiştirmeye nasıl yansıyacak? Müsbet mi menfi mi? Müsbet olacağı niyeti ve düşüncesini taşıyorlar ama ellerinde bir garanti var mı?
Şöyle düşünüyorum; bir dönemi idealleştirip mukayeseler yapma tarih ilminde yeri olan bir metoddur. Tarih araştırmacıları tarihi yorumlarken bu metodu kullanırlar. Mesela Osmanlı tarihinde tarihçilerin “periodization” deyip yaptıkları dönemlere ayırma bunun en net örneği. Şöyle ki kurulma, yükselme, duraklama, gerileme ve çöküş diye 600 yıllık Osmanlı tarihini 5 döneme ayırıyor. Ama cevaplanması gereken bir soruyu arkada bırakıyor bu ayırım; gerileme ne demek? Kimi tarihçilere göre 200, kimilerine göre 300 yıl süren bir gerileme döneminden bahsediyoruz zira. Pekala, neye göre gerileme? Yükselme dönemine göre gerileme ise, gerileme 200 yıl, 300 yıl mı sürer? Fetihleri, savaşlarda yenilgi ve toprak kaybını esas alıyorsanız ekonomik, kültürel, siyasal vb. açılardan sistemin içeride oturması ilerleme değil midir?
Şimdi bu tartışmaların konumuzu alakadar eden kısmı; acaba çocuklarımız için Türkiye’ye taşınma kararı alırken, dünkü veya bugünkü Turkiye’yi idealleştirip yaşadığımız mekânı, zamanı, kültürü vs..bir bütün halinde ideale uzak deyip bir kenara mı bırakıyoruz? Yukarıda dediğimiz gibi ideal tesbitimiz ne kadar doğru? Yazmaya kalemim varmıyor ama bugün ahlaki yozlaşma noktasında Amerika ile Türkiye ve özellikle Türkiye’nin bazı cografi ve sosyal kesimleri arasında ciddi fark var mı Allah aşkına?
Kabul ediyorum; bir sel ile karşı karşıyayız. Selden kaçarak kurtulmak belki mümkün. Ama selden kaçmak yerine sele karşı çıkmak gerekmez mi? Nasıl karşı çıkacağız? Bentler yaparak; barajlar inşa ederek, selin akacağı yatakları imar ederek. Hem kendi çocuğumuz hem de başkaları için yapacağız bunu. Zaten onun için burada değil miyiz? ‘Kaderin sevkine razıyız’ deyip ana vatanı terk edenler biz değil miyiz yoksa? Biz isek, o zaman değişen ne?
Son bir soru, yaşama değil yaşatma ideali ne demek?
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment