Onlar kahra lâyık değillerdi
Tarih tekerrürden ibarettir de, esas olan ibret almaktır. Alınmayan ibret için, Mehmet Âkif’imiz, “Ne masal şey!” der… Öyle ya ibret alınsaydı hiç tarih tekerrür mü ederdi?..
Gerçi her şey üstünde bir de çok hikmetli bir kader-i İlahî vardır. Ayrıca olaylar aynı ile değil misliyle cereyan eder… Öyle ki, Hz. Hüseyin arkasında namaz kılanlar sonra onu susuz bırakır ve mübarek başını da kesip götürürler… Bugün olanlar artık onun aynı olacak değildir. Ama zihnimiz benzerlikleri hemen fark edebilir. Peki bu ciğerleri dağlayan trajik olayların hikmeti nedir? Hayrı da şerrî de yaratan Allah’ın bunlardaki derin sır ve hikmeti nedir?
Bu hususta Bediüzzaman Hazretleri, “Eğer denilse: ‘Mübarek İslamiyet ve nurânî Asr-ı Saadet’in başına gelen o dehşetli kanlı fitnenin hikmeti ve rahmet tarafı nedir? Çünkü onlar kahra lâyık değil idiler?” diyerek, soru haline getirdiği bu hususa şöyle cevap veriyor:
“Nasıl ki, baharda dehşetli yağmurlu bir fırtına, her çeşit nebâtâtın, tohumların, ağaçların istidatlarını tahrik eder, inkişaf ettirir… Onların her biri kendine mahsus çiçek açar, fıtrî birer vazife başına geçer. Öyle de, sahâbe ve tâbiînin başına gelen fitne dahi çekirdekler hükmündeki muhtelif ayrı ayrı istidatları tahrik edip kamçıladı: ‘İslâmiyet tehlikededir, yangın var!’ diye her tâifeyi korkuttu. İslamiyet’i korumaya koşturdu. Her biri kendi istidadına göre İslâmî camianın kesretli ve muhtelif vazifelerinden bir vazifeyi omuzuna aldı, tam bir ciddiyetle çalıştı: Bir kısmı hadislerin muhafazasına, bir kısmı şeriatın muhafazasına bir kısmı imanî hakikatlerin muhafazasına, bir kısmı Kur’an’ın muhafazasına çalıştı… Ve hâkezâ… Her bir tâife bir hizmete girdi. İslâmî vazifelerde hummalı bir surette gayret gösterdiler. Muhtelif renklerde çok çiçekler açıldı. Pek geniş olan âlem-i İslamiyet’in her tarafına, o fırtına ile tohumlar atıldı, yarı yeri gülistana çevirdi. Fakat esefle ifade edelim ki, o güller ve gülistan içinde, bid’at ehli fırkaların dikenleri de çıktı. Güyâ İlahî kudret, celâl ile o asrı çalkaladı, şiddetle tahrik edip çevirdi, ehl-i himmeti gayrete getirip elektriklendirdi. O hareketten gelen bir merkez-kaç güçle, pek çok münevver müctehidleri ve nuranî muhaddisleri, kudsî hâfızları, asfiyâları, aktapları âlem-i İslâm’ın her tarafına uçurdu, hicret ettirdi. Doğudan batıya kadar Müslümanları heyecana getirip, Kur’an’ın hazinelerinden istifade için gözlerini açtırdı.” (On Dokuzuncu Mektup, Beşinci Nükteli İşaret)
Bu yaşadığımız süreçte de benzer olaylar cereyan ediyor. Üstad Hazretleri’nin rüyasında yüz on sene önce gördüğü üzere Ararat Dağı denilen Ağrı Dağı lerzeye gelip, dağlar gibi parçalarını dünyanın her tarafına dağıtıyor. Anadolu’nun yiğit evlatları şimdi de dağlar gibi parçalarımız olarak, insanlık kalesinin tamiri için zulmün tahrikiyle dünyanın her tarafına dağılıyor. Hem de bütün cihanı gülistana çevirme niyetiyle… Onun için diyebiliriz ki: Riskten rızık doğabileceği gibi şerlerden de Allah isterse hayırlar yaratır. Yaratıyor da… Zaten az dikkat edip gelişen olaylara bir baksak, doğup doğup büyüyen hayırları göreceğiz ve cihan çapında hizmetin yükselmekte olan konumunun farkına varacağız. Daha ne isteriz?.. Elhamdülillah…
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment