Müjde mesajları
Sabah aydınlığıdır Allah Resulü’nün (sas) görüşünde… Masûm sabî Yusuf dünyasında zaman ve keyfiyet bakımından yıldızlar ötesi sultanlık… Asrın büyüğü için bir hakikat dünyası… Son devir müminlerine de mübeşşerattır, rüya ve rüyalar âlemi.
Bundan sekiz sene önce Adana’ya gitmiştik. Ziyaretlerimizi yapıp dönerken tam arabaya biniyorduk ki, elime bir zarf tutuşturdular. Çukurova Üniversitesi’nden bir öğrenci, gördüğü rüyayı yazıp göndermişti. O zaman okumuştum. Enteresan geldiği için alıp saklamıştım. Bugünlerde elime geçti. Tekrar okudum. Sanki bugünleri anlatıyor. Teselli-bahş olan bu rüyayı, o zaman sizlere arz etmeyi pek düşünmemiştim ama şimdi tam zamanı gibi geliyor. Onun için, kelimelerine hiç dokunmadan, hatta devrik cümlelerine kulak asmadan aynen takdim etmek istiyorum.
“Sabah namazının farzının son secdesinde idim. Rüyamda bir geminin içindeyim. Gemi çok büyük, bir ucundan diğer ucuna uçakla 18 saatte gidiliyor. Birileri beni küçük bir uçağa bindirip geminin en ucuna götürüyor. Orada bir dümen, dümeni kontrol eden kişi havada oturuyor ben arkadan görebiliyorum onu. Biraz yanına yaklaşınca mükemmel bir kokusu olduğunu hissediyorum. Yanında uzun boylu genç ve hacca gider gibi bembeyaz giyinmiş parıl parıl iki adam var. Ben onun yanına yaklaşmak istiyorum ama görünmeyen birileri beni geri ittiriyor, sonunda onu göremeden beni bir uçağa bindirip geminin ortasına geri getiriyorlar. İçeriye giriyorum ortada çok büyük bir salon, etrafında küçük odalar, odaların üzerinde bazı hocalarımın isimlerini de görüyorum. Hocalar odaların içinde sohbet ediyorlar. Büyük salonda da Hocaefendi’nin sohbet ettiğini görüyorum. Hocaefendi’yi görünce yanına gidip elini öpmek istiyorum ama görünmez birileri yine beni geri ittiriyor. Bu sırada dışarıdan takır takır taş sesleri geliyor, güverteye çıkıp aşağıya bakıyorum ve geminin suyun üzerinde gitmediğini görüyorum. Bembeyaz giyinmiş insanlar sonu görülmeyen bir şerit halinde gemiyi elden ele taşıyarak götürüyorlar. Etrafta normal günlük hayattaki gibi giyinmiş insanlar gemiye irili ufaklı taşlar fırlatıyorlar ama gemiye bir zarar veremiyorlar. Ben içeri Hocaefendi’nin konuşmasını dinlemek için giriyorum, biraz geçtikten sonra içerde bir uğultu çıkıyor, ileriden zayıf bir adam geliyor, ben de iyice yaklaştıktan sonra tanıyabiliyorum ancak gelen Bediüzzaman’mış, onu görünce kalbim yerinden çıkacak gibi çarpmaya başlıyor. Bediüzzaman göğsünden Âyetü’l-Kübra’yı çıkarıp Hocaefendi’nin göğsünün altındaki cebine koyuyor. Hocaefendi kitabı çıkarmak için elini cebine götürüyor ama kitap kılıca dönüşüyor. Kılıç tamamen çıkınca fark ediyorum ki Hz. Ali’ye (Radiyallahü anh) ait olan iki başlı zülfikarmış. Hocaefendi kılıcı tamamen çıkarınca taşımakta zorlanıyor, kılıç çok ağırmış ve kılıcı yere düşürüyor ama elinden bırakmıyor. Bu arada arkasında kimsenin göremediği biri var parlaklığından yüzünü göremiyorum, Hocaefendi’nin bileklerinden tutup kılıcı kaldırmaya yardım ediyor. Ve odanın içine büyük bir heykel getiriyorlar, etrafında çoğu kırılmış küçük heykeller var. Hocaefendi kılıcı kaldırıp büyük heykelin boynuna vuruyor aynı anda kırılmamış olan küçük heykeller de paramparça oluyor, bundan sonra uyanıyorum. Kalkıp namazı tekrar kıldım.”
İşte 17 Haziran 2007 tarihli mektupta anlatılanlar bunlar. Günümüzü tam ifade etmiyor mu? Elhamdülillah “Sefîne-i Nuh” gibi bir hizmet içinde sâhil-i selamete doğru bir gidiş var. Saldırılara rağmen hiç aldırış edilmeden herkes işine ve hizmetine bakıyor. Tefsir dersleri devam ediyor. Tevhid dersleri Âyetü’l-Kübrâ Risalesi âhenginde sürüyor. Üstad Hazretleri zamanında olduğu gibi mâneviyat âleminin büyüklerinden olan Hz. Ali ve Abdülkadir Geylanî Hazretleri’nin mânevî himmetleri hizmetin üzerinde… Zülfikâra dönüşen Âyetü’l-Kübrânın daha başka derin işaretleri olduğu kanaatindeyim. Elbette ehli ondan çok büyük müjdeler hissedebilir… Ehl-i Beyt olanlar…
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment