Sadece kitap okumakla olmuyor
Tasavvuf bir teori değildir. Sadece tasavvuf eserleri okuyarak sûfi olunmaz. Tasavvuf, bir tecrübedir. Hak tâliplerinin tecrübelerinden oluşan bir nur yumağıdır.
Son zamanlarda çokça kullanılan bir ifade bu. Ünlülerden, sanatçılardan ve sosyetenin belli simalarından işitiyoruz tasavvufa ilgi duyduklarını. Bir okuyucumuz haklı olarak “Ben anlamıyorum” diyor, “İnsan hem tasavvufa yönelecek hem de hayatında hiçbir değişiklik olmayacak! Bunu izah eder misiniz?” Elbette kimseyi yargılamak ve hele su-i zan etmek haddimiz de değil, hakkımız da. İnşaallah bu yönelişler hayırla neticelenir ve her insan tasavvufla hedeflenen o kemal arşına ulaşmaya muvaffak olur. Ancak tasavvufun ne olduğuna da kısacık temas etmekte fayda var.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki tasavvuf bir teori değil. Sadece tasavvuf eserleri okuyarak sûfi olunmuyor. Tasavvuf, bir tecrübedir. İman ve İslâm hakikatlerini vicdanında yaşamak isteyen, irfan ufkuna doğru uzun ve meşakkatli yolculuklara çıkan Hak tâliplerinin tecrübelerinden oluşan bir nur yumağıdır. Onun için tasavvufun tarifleri de çeşit çeşittir. Zühd olarak tarif eder bir Hak dostu mesela. Bir başkası “güzel ahlak” olarak tanımlar. Kalb temizliği olarak kabul eden de var, nefisle mücahede olarak gören de. Allah’a tam teslimiyet ve sadakattir diyor bir başkası tasavvuf için. İslâm’ın kalbî ve ruhî hayatı olarak da tarifi yapılıyor. Tarifleri neredeyse sûfilerin sayısı kadar çoğaltmak mümkün. Bütün bunlar her Hak dostunun kendi tecrübesini seslendirdiğini gösteriyor. Hepsi farklı ama aynı noktaya işaret eden tarifler bunlar.
Zahiren dinin adabına riayet
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin tarifi bütün bunları içinde barındırır bir mahiyette: “Tasavvuf, bir ölçüde beşerî sıfatlardan sıyrılarak, melekî vasıflar ve ilâhî ahlâka bürünerek, mârifet, muhabbet ve zevk-i rûhânî yörüngeli yaşamaktır.” diyor. Tariflerin hiçbirinde “tasavvuf, konuyla ilgili kitapları okumaktır” şeklinde bir ifade yok. Bütün tarifler bir pratiği, ameli, yaşam biçimini, gayreti, mücahedeyi işaret ediyor. En son Hocaefendi’den yaptığımız alıntıda da “yaşamaktır” diyerek bitiriliyor tarif.
Tasavvufun esası, zâhiren dinin âdâbına riâyettir. İç dünyamız itibarıyla o âdâba vukufiyet de tasavvufun olmazsa olmazlarındandır. Yani bir yandan mesela secdeyi ilmihal kitaplarında tarif edildiği şekliyle noksansız yerine getirmek, öte yandan secdenin “kulun Rabb’isine en yakın ânı” olduğunu vicdanda duyabilmektir. Bu iki kanat sıhhatli kullanılırsa varılmak istenen hedefe ulaşmak kolay olur.
Hadis-i şeriflerde “tasavvuf” kavramı geçmiyor. Ancak tasavvuf zaten Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ashabının yaşadıkları hayatı yakalama gayretlerinin neticesinde ortaya çıkan bir tecrübe. “Cibril hadisi” olarak bilinen hadis-i şerifi tasavvufa temel teşkil etmesi yönüyle önemli bir referans olarak kabul ediyor Hak dostları. Nebiler Serveri, mescitte ashabıyla birlikteyken içeriye kimsenin tanımadığı, üzerinde de hiç yolculuk belirtisi olmayan, yakışıklı, endamlı, beyaz elbiseler içinde bir adam giriyor. Doğruca Efendimiz’in huzuruna varıyor. Dizlerini dizlerine dayayıp başlıyor sormaya. “İman nedir?” diyor önce. Allah Resûlü imanın şartları diyebileceğimiz hususları tek tek sayıp cevap veriyor. “Doğru söyledin” diyerek tasdik ediyor soruyu soran. Sahabe hayretler içinde olup biteni izliyor. “İslâm nedir?” sorusu geliyor hemen ardından. Nebiler Sultanı, İslâm’ın şartları olarak bilinen hususları sayıyor bu defa da. Gizemli şahıs cevabı tasdik ederek sormaya devam ediyor: “İhsan nedir?” Kâinatın Efendisi “İhsan, Allah’ı görüyor gibi O’na ibadet etmendir. Sen O’nu görmesen de O seni görüyor.” şeklinde cevaplıyor bu soruyu. Daha sonra kıyamet ve alâmetleriyle ilgili soru ve cevabı geliyor. Soruların ardından misafir kalkıp gidiyor. Efendimiz, ashabına “Bu Cibril’di, size dininizi öğretmeye geldi.” buyurarak meselenin gizemini vuzuha kavuşturuyor.
Tasavvufun konusu ihsan
Bu hadisteki iman tarifini kelâm ilminin konusu, İslâm tarifini fıkıh ilminin konusu, ihsan tarifini da tasavvufun konusu olarak kabul etmiş İslam uleması. Tasavvuf bunların hepsidir aslında. Yani Allah’a O’nu görüyor gibi iman etmektir. Ahirete, kadere, meleklere, peygamberlere görmüş gibi iman etmenin adıdır tasavvuf. Nazari imanın hakikate dönüşmesidir. Namazı, Allah’ı görüyor gibi kılmaktır. Orucu, O’nun teftişine arz ediyor gibi tutmaktır. Zekâtı, haccı, zikri, fikri, ibadeti hep O’nu görüyor gibi eda etmektir. Kulluğun özü, esasıdır tasavvuf. Allah’la münasebetin nirengi noktasıdır.
Tasavvuf, mârifet-i ilâhî yoludur. Bir ciddiyet mesleğidir. Onda lâubâlilik ve sululuğun yeri yoktur. Kalbi Allah’tan başka her şeyden (mâsivâ) temizlemek esastır. Nefisle mücadele vardır tasavvufta ve onun sınır tanımayan isteklerine hayır diyebilme iradesi! Bedenî ve cismânî arzulara karşı olabildiğince kapanmak önemli bir esastır. Az yemek, az uyumak, az konuşmak, çok zikretmek, ibadete bolca zaman ayırmak gerekir. Bunun yolu da bütün bir ömrü Hz. Rûh-u Seyyidi’l-Enâm’ın çizgisinde sürdürmekten geçer. Hakk’ın istekleri karşısında kendi isteklerinden vazgeçebilmektir tasavvuf. Bütün makamları, mansıpları, şöhretleri, servetleri, manşetleri, patlayan flaşları, üzerimize odaklanan kameraları, Allah’tan başkalarının alkışlarını elinin tersiyle itebilmektir. Hakk’a intisâbı, O’na aidiyeti en büyük pâye bilip O’nun huzurunu soluklamaktır. Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesiyle hayvaniyeti bırakmak, cismaniyetten sıyrılmak ve kalb ve ruhun hayat derecesine yükselmektir.
Hâsılı, tasavvuf “insan-ı kâmil” olmanın adıdır ve o, İslam’ın bir yorumu değil, ta kendisidir.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment