Geçmişin külleri
Gerçek bir öyküden uyarlanan ‘Geçmişin İzleri’ filmi, 2. Dünya Savaşı’nda Singapur’da sinyal subayı olarak görev yapan Eric Lomax’in kitabından uyarlama. Savaşın birey üzerindeki yıkıcı etkisine odaklanan film, oyunculuklar üzerinden ilerliyor.
Neşet Ertaş’ın “Kalpten kalbe gider yol gizli gizli” dizeleri sinema için de geçerli. Evet, filmden filme bir yol, hatta yollar vardır; kimi gizli kimi açık. O yollardan birine dalalım şimdi. Hong Kong’un ‘şair yönetmeni’ Wong Kar-wai’nin, ‘Aşk Zamanı / Fa Yeung Nin Wa’ (2000) filminin sonuna koyduğu iç yakıcı cümleleri hatırlayalım: “O kaybolan yılları hatırladı. Sanki tozlu bir pencereden bakar gibi. Geçmiş görebildiği ama dokunamadığı bir şeydi ve gördüğü her şey bulanık ve belirsizdi.”
Bugün gösterime giren ‘Geçmişin İzleri / The Railway Man’ filminin baş karakteri Eric Lomax için geçmiş; görebildiği, dokunduğu, hatta içine hapsolduğu bir evren. O da en az Wong Kar-wai’nin karakterleri kadar acı çekiyor. Fakat acılar farklı. Eric, aşk acısına düşemeden yaşlanmış ve savaşın üzerinde bıraktığı ağır tortuyla hayatına devam etmek zorunda kalmıştır. Bediüzzaman’ın 1. Dünya Savaşı için söylediği “Cihan harbini gören ihtiyardır” sözü, Eric’in dünyasında 2. Dünya Savaşı’na denk gelir.
Henüz 19 yaşında katıldığı 2. Dünya Savaşı’ndan bir ‘ihtiyar’ olarak eve döner Eric Lomax (Colin Firth). Japon askerleri Singapur’a girdiğinde İngiliz ordusunda sinyal subayı olan Eric de teslim olanlardan biridir. Ülkesine döndükten sonra kendini dış dünyaya kapatır. Derken, ömrünün ikinci baharında güzel Patti (Nicole Kidman) ile evlenir. Ne var ki, Eric’in ruhunda fırtınalar koparan kâbusları geri döner. Singapur’daki esir kampında gördüğü işkencenin kâbusları, geceleri onu uykusundan eder, gündüzleri de işinden. Daha kötüsü, yıllar sonra bulduğu aile hayatı da tehlikeye girer. Eric, hayatta olduğunu öğrendiği, işkencecisi Japon subayı Takeshi Nagase (Hiroyuki Sanada) ile yüzleşmeden huzura ermeyecektir.
‘Geçmişin İzleri’ bir yüzleşme filmi olduğu kadar, arınmanın da hikâyesi. Şimdiye kadar onlarca filmde anlatılan, savaşın insanı değiştiren yanı ve savaştan sonra ‘normal’ hayata devam etmenin imkânsızlığı, yönetmen Jonathan Teplitzky’nin esas meselesi. Gerçek bir hikâyeden uyarlanan filme kaynaklık eden kitabın yazarı Eric Lomax, 2012’de vefat etmeden önce filmin oyuncularıyla da bir araya gelmiş. 1995’te yayımlanan kitabın ardından Lomax ile kendisine işkence eden Japon subayı Nagase’nin buluşma hikâyesi de İngiliz basınına haber olmuş.
‘BENİM ASKERİM DAHA ONURLU’
‘Geçmişin İzleri’, İngiliz yönetmen David Lean’in 7 Oscarlı filmi ‘Kwai Köprüsü’nün (1957) melankolik versiyonu. Oyunculukların sırtında ilerleyen filmin genelinde ciddi bir ritim sorunu var. Karakterin yaşadığı duygusal çöküntünün anlatılması adına filmin içine düştüğü tıkanma şaşırtıcı. Üstelik amaçlanan duygusal etki yakalanamadığı gibi, özellikle Eric ile Takeshi’nin yıllar sonra gerçekleşen ‘büyük buluşma’sı da hedeflenen psikolojik gerilimin çok uzağında kalıyor.
Diğer taraftan, filmin askerler arasında bir ‘kayırmacı’ yaklaşımı rahatsız edici. İngiliz askeri ‘onurlu’, Japon asker zalim yaklaşımı, savaşın birey üzerindeki yıkıcı etkisini anlatmaya soyunan bir film için hayati bir sorun. Birleşik Krallık’ın son bir asra yayılan savaş günahlarına, dahası yakın dönemdeki Irak Savaşı’ndaki rolüne dair en ufak bir sorgulamaya girişilmemesi ise hikâyeyi kısırlaştıran bir eksiklik. Suyu bulandırmamak için bu mevzulara hiç değinilmeyince, Eric Lomax’in saygı duyulası acıları ve ruhundaki savaş tortularının etkisi de haliyle sınırlı oluyor. Dürüstlük bahsinde sınıfta kalan filmi teknik açıdan ortalamanın altında bırakan en önemli sebep ise yönetmen ve senarist ekibin, karakterler arasındaki duygusal ve psikolojik gerilimi sağlama noktasında üzerlerine düşeni yapmayıp her şeyi oyunculara bırakması ve kendilerini melankoliye fazlaca kaptırmaları.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment