Related Articles
AİHM’den çok önemli bir karar; ‘esasa’ girdi, Türkiye’yi mahkum etti
Bu dosyada AİHM, 427 kişiyle ilgili Turan ve diğerleri kararından farklı olarak “suçüstü hali” gibi şekli kanuna aykırılık yerine, işin esasına ilişkin inceleme yapmış ve bu gerekçelerin, kişilerin örgüt üyeliğinden tutuklanabilmesi için “makul şüphe” teşkil etmediğini belirtmiştir.
MK’da tutuklama için “makul şüphe” yerine “kuvvetli suç şüphesinin” arandığı ve benzer sebeplerle, yani sadece görevden uzaklaştırma/ihraç ve/veya Bylock iddiasıyla binlerce kişinin tutuklandığı gözetildiğinde, benzer bir ihlal çok büyük ihtimalle binlerce kamu görevlisi için de çıkacaktır.
Ayrıca yukarıdaki ihlal gerekçeleri yanında, hiçbir somut suça karşılık gelmeyen ve yasal ve anayasal bir hakkın kullanımından ibaret olan rutin faaliyetler (sohbet, dernek, sendika, okul, gazete vb.) nedeniyle yapılan tutuklamalar da, bırakın “kuvvetli şüpheyi”, “makul şüpheye” bile vücut vermeyeceğinden, benzer bir ihlalin yine on binlerce kişi için de çıkacağını söylemek yanlış olmayacaktır.
MAKUL ŞÜPHE YOK!
Bunun sebebi de başvurucuların bu hususu ileri sürmemiş olmalarıdır. Turan ve diğerleri kararında haksız tutuklama incelemesini iş yoğunluğunu bahane ederek yapmayan AİHM, bu kararda 50 kişi açısından basit bir incelemeyle bu değerlendirmeyi yapmış ve makul şüphe yokluğundan ihlal vermiştir.
Kararla ilgili diğer bir tutarsızlık, Hakan Baş kararına dayanarak ihlal veren AİHM’in, iş tazminat miktarına gelince bu kararı unutup Turan ve diğerleri kararını esas almasıdır. Bireysel dosyalarda çok daha yüksek tazminata ve yargılama giderine hükmeden AİHM’in, bizzat kendisinin birleştirdiği yargı mensuplarının dosyasında çok cüzi tazminata hükmedip yargılama giderine de hükmetmemesi, akıllara acaba “AİHM tazminat konusunda Hükümet ile anlaştı mı?” sorusunu getirmektedir?
427 kişiyle ilgili verilen kararın devamı niteliğindeki bu kararda, 15 Temmuz sonrası yapılan kitlesel tutuklukları da yakından ilgilendiren çok önemli hususlara yer verilmiştir. Şöyle ki, kararın 10. paragrafında; başvurucuların ilk tutukluluklarının sadece görevden uzaklaştırma kararlarına ve/veya Bylock kullanma iddiasına dayandığı ve bu gerekçelerin hiç birinin, başvuruculara atfedilen örgüt üyeliği kapsamında tutuklanmalarını gerektirecek “makul şüphe” düzeyine ulaşmadığı belirtilmiştir.
Bu paragrafı önemli kılan husus; yargı mensuplarıyla ilgili ihlalin “hakimlik-savcılık teminatının” ihlali ya da “suçüstü” hali nedeniyle değil, tutuklamaya gerekçe yapılan hususların tutuklama için “makul şüphe” dahi oluşturmadığı gerekçesiyle verilmesidir.
CMK’da tutuklama için “makul şüphe” yerine “kuvvetli suç şüphesinin” arandığı ve benzer sebeplerle, yani sadece görevden uzaklaştırma/ihraç ve/veya Bylock iddiasıyla binlerce kişinin tutuklandığı gözetildiğinde, benzer bir ihlal çok büyük ihtimalle binlerce kamu görevlisi için de çıkacaktır. Ayrıca yukarıdaki ihlal gerekçeleri yanında, hiçbir somut suça karşılık gelmeyen ve yasal ve anayasal bir hakkın kullanımından ibaret olan rutin faaliyetler (sohbet, dernek, sendika, okul, gazete vb.) nedeniyle yapılan tutuklamalar da, bırakın “kuvvetli şüpheyi”, “makul şüpheye” bile vücut vermeyeceğinden, benzer bir ihlalin yine on binlerce kişi için de çıkacağını söylemek yanlış olmayacaktır.
Bu korkunç ve utanç verici durumun müsebbibi ve işlenen insanlığa karşı suçların baş müsebbibi başta Ankara C. Başsavcılığı, olmak üzere, HS(Y)K, Yargıtay ve hiç kuşkusuz ihlal iddialarını ısrarla görmezden gelen Anayasa Mahkemesidir.
Bugünkü kararla birlikte, Anayasa Mahkemesinin 477 ayrı dosyanın birinde dahi göremediği ihlali AİHM görmüş ve adeta AYM’nin suratına çarpmıştır. Daha arkadan gelecek binlerce ihlal de işin cabasıdır!
*İnsan Hakları Hukukçusu