Çeşme
Bir üniversite bahçesindeki çeşmenin önünde bekliyorum, hava çok sıcak ve nemli. Saat tam dokuzu gösterdiğinde söz verdiğim yerdeyim. Profesör beni sınıfa götürmek için almaya geliyor karşıdan, bir elinde çantası diğer elinde ceketi ve yüzünde samimi bir tebessüm ile. Selamlaşıyoruz önce, sonra on-onbeş adım atıp sınıfta buluyorum kendimi. Sunumu hazırlıyoruz hoca ile birlikte ve beklemeye başlıyoruz. Arada bir iki sohbet ediyoruz onunla, nereden geldiğimi kaç zamandır bu ülkede yaşadığımı soruyor bana, ben de cevaplıyorum ve sonra farkediyorum “O kadar olmuş mu ya!” diye.
Sandalyeler yavaş yavaş dolmaya başlıyor, beyaz, siyah; sarı, kızıl rengarenk insanlar ile. Sanki bir gökkuşağı var karşımda; ben de ışıltısını izliyorum gibi, ama tabi başta öyle hissetmiyorum “sabah sabah kim bu misafir” diye bakıyordu bana gözler kapıdan girer girmez, kulaklıklarında dinledikleri bilmem hangi müziğin içine almamışlardı beni hiç. Sanki gelmek için gelmişler daha başlamadan bitsin istemişler gibi. Camdan dışarı bakan zenci çocuğa taktım aklımı önce, kırmızı tişörtlü, kot pantolonlu kaygısız gibi duran Amerikalı bana “bu hep böyle dışarı bakacaksa işimiz var”dedirtti. Fakat öyle olmadı, ders su gibi aktı gitti . Ben, öyle izledim kenardan, bir Türk kızının dünyanın bir ucunda farklı dinlerin ve dillerin bulunduğu bu sınıfta yaşamaya çalıştığı dinini anlatışını. Yaşarken hissettiklerini, kainat kitabını neden okumamız gerektiğini, yüce yaratıcının affediciliğini, güzelliğini, bizi hangi din mezhep ve cinsiyetten olduğumuzu ayırt etmeden bu dünyada sahibimizin nasıl kucakladığını hem de hayretler içinde.
Sonra ezan doldu sınıfa , ezan ben oldu. Ben ezan oldum, dedim daha önce ya ben ezan dinlemedim ya da ezan beni ilk defa dinledi. Oldu birşey ama kesin oldu, çünkü o ses bana 30 yıldır geldiği gibi gelmedi. Sanki melekeler okudu onu, sanki gök yarıldı içinden bir minare çıktı yükseldi yukarı doğru ve okudu şanlı ismini. Nasıl değdi o ses kulaklarıma nasıl yardı kalbimi bilmiyorum! Ama ezan o an kalbime girdi. Işte bunu biliyorum.
Namaza sıra geldiğinde kıblesini bilmediği bir yöne seccade serdi Türk kızı, sonra kaldırdı ellerini yukarı herşeyi geriye atıp, göz kameralarının nasıl içe doğru döndüğünü, gözün kalbe nasıl inkılab olduğunu gösterdi sınıfa ve arada hiçbirşey olmadan nasıl sahibe yakınlaştığını. Söylediklerine kendi bile inanamayarak belki hayret ve heyecanla kurdu cümleleri ardı ardına, yabancı bir yerde üstelik yabancı bir dilde ve ilginç bir şekilde kendine bir o kadar da yakınlaşarak. Aslinda “evet tam olarak böyle oluyor” dedi duasını anlatırken, ama yaparken neden hissetmiyorum bunu, uçakta giderken hareketi hissetmemek gibi.
İnsan bazen anlarını sözlerinde yakalıyor ve sonra da şaşıyor kendine. Yaşamak başka, yaşadığına sözlerini ve o sözlere bakan gözlerini bir de yabancı dillerini şahit tutmak ise bambaşka.
Bir çeşmenin yanında durdum dün sabah, çeşmeden sular sıçradı üstüme damla damla, yabancılığımda kendime yakınlaştım. Ben dinimi başka dinlerin şahitlerine anlatırken öğrendim ve yine yeniden iman ettim, ey “Islam” sen ne güzelsin, yine bizi bir araya getirdin, kuşattın ve bütünledin.
3 Comments
Only registered users can comment.
3.paragraf bir başka güzel olmuş.
Ellerinize yureginize saglik. Gozlerim doldu okurken. Be kadar guzel tasvir etmissiniz.
bayıldımm, harika yazmişsiniz