Barbara 5 yaşında

Güzel şeyler okumak ister insan, güzel şeyler duymak ve güzel şeyler anlatmak fakat bu her zaman mümkün olmuyor. Daha kaç kere yazıp sileceğim cümlelerimi bilmiyorum. Sanki bir şeyin etrafında dönüpte ona yaklaşmaya cesaret edemiyorum. İtiraf ediyorum bu benim şimdiye kadar yazdığım en zor yazı.

Aylar önce kilisenin kitap toplantısında görmüştüm onu. Hemen çaprazımda oturuyordu, beyaz Amerikalı uzun boylu, lacivert gözlü asil ve güzel bir kadın. İlkokuldan beri sınıfın en güzelini kendime arkadaş seçmem tesadüf olmasa gerek! Program sonunda yanıma gelip bana kartını verdi. İşi dolayısıyla dünyayı gezdiğini Türkiye’ye de yakın zamanda gitmek istediğini söyledi. Birçok ortak noktamız vardı onunla. Resim sanatı üzerine çalışmalar yapıyor, o da benim gibi Rumi’yi seviyordu. Gel zaman git zaman biz sohbetimizi onunla iyice koyulaştırdık. O bana filim tavsiye etti, ben ona kitap. Konuşmalarımız bir yerde hep “sevgi”ye bağlanıyordu. İnsanların birbirini sevmesi ve değer vermesinin ne kadar önemli olduğunu söylüyordu sürekli. Bir televizyon programı için insanlarla sevgi hakkında konuşup sevgi tabloları yapıyor, sanki her konuyu özellikle sevgiye getiriyordu. Sevgi önemliydi, ama neden onun için hayatın her yerindeydi doğrusu bunu merak etmiştim!

Bir gün Barbara’yı bize davet ettim.  Masada birkaç arkadaş oturuyorduk. “Ben “O”nu seviyorum ama “O” beni seviyor mu?” diye sordu ve  birden gözyaşları sel oldu. Barbara 5 yaşındayken yaşadıklarını ağlayarak anlattı. Öğretmeni tarafından defalarca cinsel tacize uğradığını ve dahası bunu babasının “annene sakın söyleme” diyerek örtbas ettiğini.

“O zaman sustum çünkü küçüktüm, zayıf ve güçsüzdüm. Benim hayatta güvenebileceğim üç kişi öğretmenim annem ve babam yanımda yoktular ve ben ölmek istedim. Sevgiyi kimden öğrenecektim? Bana bunu ailem ve okulum veremezse kim verecekti? Sevmeyi bilmezsem eğer nasıl sevecektim? Eşim de başka bir kadınla gitti ve biz ayrıldık. Güven(me)diğim dağlara kar yağdı.”

Mutfağa kaçtım olmadı, geri geldim olmadı, o söylenenler gerçekti, yanımda karşımdaydı ve ben fena halde kelimesiz kalmıştım. Sohbet ederken pat diye söylemişti, öyle boğazına birşey kaçmışta onu tükürmüş gibi birdenbire. Ne zor olmalı çocukluluğuyla el ele tutuşup bir misafirliğe gitmek. Cesurdu o, şimdi daha iyi anlıyordum. Barbara herşeyin üstünden sevgiyle gelmişti. Çiçek bahçesindeki rengarenk çiçeklerden biriydi adeta. Çünkü onun için sevgiyi bilmek acıtmamaktı. Sevmeyi bilmeyenler ise acıtırdı.

Hava soğudu birden, sanki salon buz tutmuştu. Bazen sözcükler sohbetlerin mevsimini değiştirir, bir bakarsınız diliniz yaz olmuş ama kulaklarınız kara kış. Aynı zamanda New York’ta havuzlar donarken, Miami’de sıcaktan nefes alamamak gibi, üstelik aynı ülke aynı masa aynı insanlar…

Geçtiğimiz yıl Amerika’daki sosyal yaşam aile ve gençler üzerine yaptığım çalışmalarda rastladığım ve “yok artık bu kadar olmaz” dediğim hayatlardan biri şimdi yanımda oturuyordu. O gerçekti ve ben şahittim yaşlarına.

Yapılan araştırmalara göre Amerika’da 60 milyon yetişkin insan halen çocukken yaşadığı cinsel tacizin izlerini taşıyor. Her 3 kızdan biri ve her 6 erkekten biri 18 yaşından önce cinsel tacize maruz kalıyor. Cinsel tacize maruz kalan çocukların %73’ü kimseye söyleyemiyor. 7-13 yaş arası özellikle tercih ediliyor. Bu durum sosyo-ekonomik düzey, etnik kimlik ve aile yapısından bağımsız olarak görülüyor. Cinsel taciz toplumdaki en büyük problem olan genç hamileliğin de kökenini oluşturuyor. Rakamlar korkunç öyle değil mi?

Bu hikeyeden kendimce çıkardığım sonuçlar;

– Ne hayatlar yaşanıyor kapalı kutu evlerde fakat herkes kendi derdinde.

– Benden “uzak” olan yabancıdır. Türk olmayana “yabancı” demeyi artık kendime yasaklıyorum. Ha Barbara ha Bahar.

-“Samimiyet”in milliyeti olamaz. O, kalp ülkesinden gelir.

-Her okul çıkışı etrafı dedektif gibi incelememe gerek yok, çünkü bazı şeyler görünmez.

-Sevmek “öğrenilen” birşeydir ve aile bunun temel taşıdır.

-“Zaman geçer kabuk bağlar. Sızı diner yara sağalır” mış gerçekten. Amerika’da 60 milyon insan bu yara ile dolaşıyor, dile kolay!

Barbara, o gün sanki kendi 5 yaşının elinden tutupta bize gelmişti. Ben de şimdi (onun izniyle) kendisini çocukluğuyla birlikte bu yazıma misafir ettim. Barbara’nın artık torunları var. İstiyor ki çocuklar hiç ağlamasın ve hayatı başka insanlara örnek olsun. İşte bunun için yaşadıklarını bir blog sayfasında detaylıca anlatmış. (http://www.ourstoriesuntold.com/stories/speaking-out-to-end-the-silence-by/)

Dilerim bir daha dünyadaki hiçbir kız çocuk böyle tarifi imkansız yaralar almaz!

Dünya kadınlar günümüz kutlu olsun!

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.