YASEMİN EYLEM PEKER - Muharrem’e Mektup
1 şubat 2014’te Van’ın Gürpınar ilçesinin Yalınca köyünde soğuk bir kış günüydü. Sessiz ve yalnız bir gecede ızdırap içinde gözlerini hayata yumdun. Senin varlığından bile haberi olmayan binlerce insan sıcak kaloriferlerinin ısıttığı evlerinde LCD televizyonlarından birdenbire senin varlığınla tanıştı. Haberini televizyonlardan izleyip, gazetelerden kahve içerek okuyup belki biraz üzülüp sonra normal yaşamlarına geri döndüler. Topu topu 3 yaşındaydın. Sorduklarında yaşını bile söyleyemezdin kimbilir?
Mutluluk paylaştıkça çoğalırmış peki ya acı, paylaştıkça azalıyor muydu gerçekten? her şeyin fastfood tarzıyla tüketildiği bu modern dünyada senin de haberini ve acını çabucak öğüterek çoktan tüketmiş miydik bile?
Bizler için mutluluğu paylaşmak daha kolay. Çünkü bizler hayatın artık daha adil olduğuna, savaşların bittiğine, eğitimde fırsat eşitliğine, daha fazla demokrasiye, adalete, hukuka, kadın haklarına ve sağlık koşullarının iyileştirildiğine inandık. Teknoloji, iyileşen hayat şartları, Kürt-Türk kardeşliği, modernite, medeniyet… Hepsi tek tek kandırdı bizi. Zülfü Livaneli’nin şarkısı bir dua olup gerçekleşti sandık. Artık çocuklar ölmeyecek, şeker de yiyebileceklerdi.
Bizler bilemedik orda uzak bir köyde dağların arasında bir gece vakti hastalanıp ambulans gelmediği için ızdıraptan öleceğini. Senin ölümün unutmaya çalıştığımız bir kandırmacaya da son verdi. Yalanla besleniyordu ruhlarımız ve bile bile bitsin istemiyorduk bu yalan, içimizdeki çocukları o yalanla büyütüp sonra hüzne boğuyorduk. Dışımızdaki çocuklar ise öldüklerinde geride dargın bir suratla kırgın bir yürek bırakıp gidiyorlardı.
En çok hangi şekeri seviyordun acaba? Sahi sizin köyün bakkalında şeker satılır mıydı? Yoksa baban ayda bir kez ihtiyaçlarınızı almak üzere büyük hastanelerin ve ambulansların olduğu Van’a mı gelirdi? Peki ya cesedinin bir kış vakti, babanın sırtındaki bir torbada karlı yolları yara yara taşınacağı kimin aklına gelirdi?
Sen hiç Van gölü’nü gördün mü Muharrem? İçinde senin gibilerin acılarını biriktiren sonra soğuk havalarda hırçın dalgalarıyla sahillere vuran Van Gölü’nü. Çok vakur bir duruşu vardır. Rengi gökküşağına inat hiçbir denizde bulunmaz. Güzelliği başına beladır. Bazen durgun bazen öfkeli bazen de alabildiğine ıssız. Hayatın tüm yapaylığına karşın son derece doğaldır. Peki ya Muradiye Şelalesi bunca acıdan sonra hala gürül gürül akıyor mu acaba?
Civardaki şehirlerin uğrak yeridir Van. Kuyumcularında işlenmiş altın, postmodern dükkanlarında bolca otlu peynir bulunur. Terörü de vardır, uyuşturucu kaçakçılığı da, ama benim en çok aklımda kalan öğlen yemeğinde misafir ettikleri ahırdan bozma evleridir. O peynirlerin sarımsak kokan otunu yazları dağlardan öğrenciler toplar. Diğerleri ise daha tatil bile başlamadan köpeklerle dost olup çobanlık yaparlar.
Ben Van’ın başka bir köyünde öğretmenken sen bu dünyaya daha gelmemiştin bile. Benim çalıştığım okulda önlükleri dahi yoktu öğrencilerin. Ellerini nefesiyle ısıtırlar ama hiç umutsuzluğa kapılmazlardı. Kışın dondurucu soğuğunda komşularının verdiği yüksek topuklu terliklerle gelirdi okula kimisi. Buzun üzerinde düşmemek için yaralı bir serçe gibi yürürlerdi. O zaman ayağımdaki sıcacık bottan çok utanırdım işte.
Öğlen yemeklerinde devletin dağıttığı küçük reçel kutularını evde bekleyen kötürüm annesine götürmek için aç kalırdı bir öğrencim. O reçele nasıl böyle büyük bir anlam verirlerdi bilinmez…
Belki sana da büyüme hakkı verilse, sen de taşımalı eğitim için çevre köye gider, devletin lütfederek verdiği reçeli yumurtayı yemez anneni mutlu etme hayaliyle aç kalır, yazları da babana yardım etmek amacıyla çobanlık yapardın…
Benim çalıştığım okul, depremde yerle bir oldu Muharrem. Sen ise hayata karşı masumiyetini belgeleyen gözlerini sonsuza dek yumdun. Şimdi sen cennette uçurtmalarla beraber uçan 40 renkli bir kuşsundur belki de… Ben ise yeni inşa edilen okullardan müteahhitlerin malzeme çalmadığını ve ücra bir köşeden 112 acil servisi arandığında herkesin seferber olup oraya doğru alelacele yol alıp almayacağını bilemem ama, senin, çocukluğunun en güzel ve masum yerinde bırakıp gitsen de, bu gidişinin yokluğa değil varlığa olduğunu çok iyi bilirim.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment