EYLEM PEKER - Amerika’da insanlar neden koşar?
Çünkü geride bıraktıkları hayata dönüp bakmak istemezler. Koştukları her adımda yalnızlıktan bir adım daha uzaklaşıp hayata bir adım daha yaklaştıklarını hissederler… Onlar da bilirler dudağa konan yapmacık bir tebessümün her zaman soğuk bir merhabaya karşılık geldiğini. Ama koşmak acılardan uzaklaşmaktır çoğu zaman. Her nefes alış verişte hayatın onlardan neler aldığını değil de neler getireceğini ümit ederler. Koşan insan yürüyene ne kadar yavaş ve yetersiz olduğunu hissettirir. Hızlıdır ve acelesi vardır koşan insanın ama neye yetişmesi gerektiğini bilmez.
Koşmak kendini çoğu zaman kontrol dışına çıkmaktan alıkoyan tek şey insan için. Hayata ve zamana yetişebilmenin onun da ötesinde hükmedebilmenin bir yoludur aslında koşmak. Rüzgar nereden eserse essin, rahmet damlaları basmakalıp sıkıcı betonerme yerleri ıslatsın hiç farketmez, koşmak bir meydan okumadır hayata. Kimi zaman bir isyan kimi zaman da bir kabulleniş.
Koşarken terkedilmiş gibi gözüken evlerin pencerelerinden yansıyan ölü ışıklara aldırış etmez hiçbir koşan, bir çay daha ister misin yada oğlum hadi yemek soğuyor gibi sesleri de duyamazlar. Onlar son derece gelişmiş bir ülkenin uygar insanlarıdırlar, nitekim koşmak ya da koşuyor gibi gözükmek de bunun en büyük göstergesidir. Koşarken yüzleri, hasta annelerini düşünen masum insanların çehrelerine benzemez. Kiminin yorgun çizgilerinde hayat denen bu provasız tiyatro perdesinin artık kapanmak üzere olduğunu anlarsınız ama o yapmacık tebessüm bulaşıcı bir hastalık gibi sizi de selamlar koşan uygar insan yanınızdan geçerken.
Koşarken ne düşünür bu insanlar ertesi gün gireceği sınavı mı, yarın ne pişireceklerini mi, ya da patrondan zam istemeleri gerektiğini mi anlayamazsınız ama anlayabildiğiniz tek şey onların koşarak hayatın tüm dayatmalarından çıkıp, tekdüze bir boşvermişlik ve tembellik içine girmeleridir. Vücut çalışırken zihin tembelleşir yanından geçen ağaçların ve kuşların, böceklerin ve seslerin ne kadar derinden geldiğini anlayamaz. Koşan insanın gözü etrafında olup biten herşeye kapalıdır çünkü. O gerçeklerden kaçarcasına koşar , öyle koşar ki gören onun koşarak koca bir aldanmışlık dünyasına gireceğini sanar. Kulakları tıkalıdır, arabadan inen, inerken sevinç çığlıklarıyla beceriksizce koşan bir çocuğun tatlı çığlıklarını duymaz, o daha ne kadar koşması gerektiğinin ve kaç kalori daha yakacağının hesabındadır çünkü.
Koşan insanın bir yere ve birilerine yetişme gibi bir kaygısı yoktur. O çoğu zaman bütün bir kederle içindeki derin kuyuya doğru koşar ama farkında değildir , her koşu o kuyuyu biraz daha derine salar. Koşarken bunaldığı hayatın üstesinden gelebilmek için göz kırpar, kalbini tülle örer ve gene gülümser.
Koşmak bir tür kandırmacadır. Pinokyo masalındaki gibi burunları uzamaz koşarken ama yürekleri daralır. Acıyla gerilen yüzlerine, zamanın acımasızlığına isyan etmeden koştukları yitik yollara çoktan esir etmişlerdir kendilerini.
Koşmak koca bir yalnızlıktır aslında, nedenini asla çözemeyecekleri, çaresizlikten kaçıp sığındıkları bir ada, koşarken yanlarına alacağı 3 şeyi düşünmezler. Onlar gereksinim duydukları herşeyi gözlerine taşıyıp götürürler. Gözlerindeki o keskin güven ve aldatıcı huzur en umulmadık zamanlarda tuzla buz oluverir. Ve hayatın koşmaktan anlaşılamayan o derin manası bir buzdağı efsanesiyle gün yüzüne çıkar. Koşan o zaman koşmanın manasızlığını anlar, ve durur. Asıl koşmanın hayata ve insana doğru olduğunu görür. Çünkü hakiki koşmak keşfetmektir, bilinmeyenden bilinene, kirlerden temizlenmektir bir sis bulutundan gökkuşağına, koşmak anlamaktır, görünmeyeni görmek, duyulmayanı duymaktır koşmak. Koşan insana bunu anlatmak ise en büyük külfettir duran insanın omuzlarında…
Derin bir nefes alın ve tüm bu yazılanlardan sonra siz de omuzlarınızdaki bu yükten kurtulurcasına son bir hızla kendinize doğru koşmaya başlayın.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment