Seize the day (Anı yaşamak)
Robin Williams’ın sır dolu intiharı bana öncelikle klasik ama bir o kadar etkileyici palyaço hikayesini hatırlattı. Hikaye özetle şöyle; mutlu olmayı bir türlü başaramayan adam doktora gider ve derdini anlatır. Bu derde bir çare bulamayan doktor üzgün adama, bir palyaçodan bahseder. İnsanları ne kadar çok güldürüp eğlendirdiğini uzun uzun anlatır ve üzgün adamın da bu palyoçoyu izlemeye gitmesini tavsiye eder. Karşıdan gelen cevap son derece düşündürücüdür. ‘Doktor bey o palyaço işte benim…’
Komik makyajın gizlemeye çalıştığı ironik gözler. Etrafındakileri eğlendirmeye çalışırken kendi içinden geçen binbir hüzünler.
Ve insanlarla olan ilişkilerimizde sürekli takmak zorunda olduğumuz görünmez maskeler… İçimizde kopan fırtınaları en ufak bir bahar esintisi şeklinde bile göstermeyen yapmacık tebessümlü maskeler. En zayıf ve güçsüz anlarımızda kurşun geçirmez bir kalkan gibi suratımızın her haline mükemmel surette uyum sağlayabilen o anki duruma, şarta göre seçerek takındığımız maskeler. Güçlü olmak zorunda olduğumuz, başkalarının bizi üzgün ve mutsuz görmesini istemediğimiz anlar. Her durum ve şartta her daim bizimle duran bu maskeler asıl duygularımızı bertaraf edip etrafımızdakilerden daha çok bizi aldatırlar da farkına bile varmayız.
Yarına dair hiçbir endişe duymadan yaşanan anın değerini bilerek ve bir daha o anı hiçbir zaman yaşayamayacağımızı unutmayarak hayattan haz almalı. Çaresiz ve zayıf görünmekten korkmak aslında asıl çaresizlik. Sonuçta her duygu kısa süreli ve geçici, ama önemli olan ölü ozanlar derneği filmindeki aykırı öğretmen görünümündeki Robin Williams’ın suratındaki umut dolu tebessümü kendi mimiklerimize, umudu ise kalbimize yerleştirebilmek.
Bazen Hayatta ki en büyük amacımız içimizdeki o koca mutsuzluğu maskelere sarıp sarmalayarak gizlemek oluyor. Sonrasında ise yaşamın asıl anlamı avuçlarımızın arasından sızıp giderken içimizdeki öze bile sadık ve dürüst kalamıyor ve sonunda bocalıyoruz ve gün geliyor yüzümüzdeki maskenin boyası akmaya, rengi solmaya başlıyor. Maskeyi onarayım derken ise renkler bir türlü birbirini tutmuyor, komik bir hale bürünüyoruz. Bu durumda geriye ya çıkarıp maskeyi fırlatmak ya da onu onarmak için insanüstü bir çaba sarfederek büyük bir yalan ustası olmak kalıyor. Ve gün gelip artık bu maskeyi taşıyamayacak olduğumuzda ise kaçınılmaz son bizi bekliyor olabilir. Asıl güç bence salt duygularımızı herhangi bir kalıba sokmadan ilk önce kendimize daha sonra ise çevremize dürüst olabilmek. Ve içimizden gelen duyguyu olduğu gibi damarlarımıza kadar hissedebilmek.
Kendimiz gibi davranıp maskelerin esiri olmaktan çıksak ve ikinci üçüncü yüzlere hiç ihtiyaç duymasak. Herhangi bir durum karşısında sergilenebilecek davranışlarımızı akıl ve kalp süzgecinden geçirip hayata karışsak ve mutluysak mutlu, mutsuzsak da mutsuz olabilsek…. Ve öyle bir an gelse ki içimizdeki en masum yanımızı aynalara yansıtıp maskelere hiç ihtiyaç duymasak…. Nitekim unutmayalım ki insan mutlulukla hüzün arasında gidip gelen bir saattir.
Bu son satırları Can Yücel’in ‘Bağlanmayacaksın’ şiirinin son dizesiyle bitirmek çok yerinde olacak sanki,
…Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak.
2 Comments
Only registered users can comment.
merhaba muhteşem bir yazı sizi tebrik ederim çok güzel bir konuya el atmişsiniz teşekkürler saygılarımla
Merhaba Yasemin duru hanım sizin duyarlığınız için teşekkür ederim keşke dünyada sizin gibi insanlar çok olsa