“Allah’tan korkuyorum” diyen mahkum sen hürsün
Dün yanıma bir mahkum geldi. Hem yaşından, hem takvasından kendisine şeyh diye hitap ediyoruz. 35 senedir içeride. Müslümanından Hıristiyanına, gardiyanından hapishane müdürüne kadar herkesin saygısını kazanmış bir adam. İslamın insanda yaptığı inkılabın capcanlı bir örneği. Zira yıllar önce Philadelphia’yı titreten ‘The Original Black Mafia’ın lideri iken bugün hapishanenin etleri besmele ile kesilmiyor diye senede sadece iki defa et yiyen bir abide şahsiyet. Evet senede sadece iki defa. Zira hapishane yönetimi, bayramdan bayrama, kendi paraları ile müslüman mahkumların helal et almalarına izni veriyor. İşte benim bu yiğit kardeşim şeyh F.T., Sadece bayramdan bayram et yiyiyor. Bir gün kendisine “Burası ehl-i kitap bir ülkedir, sen de mahkumsun. Besmele çekerek etleri yiyebilirsin.” dedim. “Kardeşim, burası ehl-i kitap bir ülkedir, doğru ama aynı zamanda çok uluslu, çok milletli bir yerdir. Ateistinden Hindusuna kadar insan var. Ben bıçağı çalan adamın ehl-i kitap olduğunu nereden bileyim? Belki o bir Budist veya Hindu’dur” dedi. “Bırak burada et yemeyeyim, ümit ederim Rabbim bundan daha iyisi ile beni mükafatlandıracak ahirette.” Vay Şeyh F.T. vay. Hay mübarek hay. Ben şeyh F.T.’in destanını yazmayacağım size. Asıl kanımı donduran, sonra çağrışımları ile memlektimizin halini zihnimde canlandıran ve yüreğimi kanatan bir hadiseyi nakladeceğim. Dün Şeyh F.T. benimle özel konuşmak istediğini söyledi. Odamdakilerden çıkmalarını rica ettim. Yanlız kaldığımızda: “Bir kardeşimizin ciddi bir problemi var.” dedi. “Kim?” diye sordum. “İsmi önemli değil.” dedi. Sürpriz olmadı benim için. İsim söylemezler. Hapishanenin hiç bir yerde yazılmayan ama asla delinmeyen bir kuralıdır: “İsim verme!” Bu, gammazlama olarak kabul edilir ve isim veren mahkum onursuz ve haysiyetsiz olarak addedilir velevki haklı bile olsa. Hiç kimse ona saygı duymaz. Bazen kavgalar ve bu kavgalarda şişleme hadiseleri oluyor. Şişlenen dahi “Görmedim, tanımadım, bilmiyorum” der, canına kast edenin ismini vermez. Ama yönetim öyle veya böyle bunu bilir. “İsmi önemli değil.” dediyse hiç üstüne düşme, tekrar sorma, kazma! Dedektif değil, imamsın. Yoksa sana duyulan güveni yerle bir eder, insanların sana gelmesine mani olursun. Bu yüzden “Hayırdır?” manasında “Ne oldu?” dedim. “Dün kardeşlerimizden biri yanıma geldi. ‘Bu derdimi çözün ne olur, çıldırmak üzereyim.’ dedi. Sebebini sodum, anlatmaya başladı: ‘Adamın biri Philadelphia’da silah zoruyla annemin nesi varsa aldıktan sonra, babama beş el ateş etti. Ama çok şükür babam ölmedi. Bu adam yakanalıp hapse atılmış. Hapishanede de müslüman olmuş. Bir müddet önce bizim buraya yani Dallas Hapishanesi’ne nakledildi. Silah zoruyla annemin her şeyini alan, babama beş el ateş aden bu adam şimdi gözümün önünde dolaşıyor. Durumu bilenler sürekli beni tahrik ediyor, intkam almam gerektiğini söylüyorlar. “Bu bir onur meselsidir.” deyip onu şişlemem gerektiğini haykırıp duruyorlar. İman ettikten sonra Allah’ın her şeyi bağışladığını biliyorum. Haksız yere müslüman kanı akıtmanın hak katında ne demek olduğunu da biliyor ve Allah’tan korkuyorum. Ama kurtulamıyorum beynimi kemiren düşüncelerden, bana yardım edin.’ dedi.” Şeyh F.T. sözünü bitirirken, kendimi o mahkumun yerine koydum azıcık, zor gerçekten çok zor bir durum. Oooooff, of! Dur bakalım bu hapishanede neler ile karşılaşacağım. Şeyh F.T. kendisine biraz nasihat etmiş, “Ama söylediklerimden tatmin olamadım. Bu kardeş için senin bir nasihatın var mı?” diye sordu. İlk etapta ne diyeceğimi bilemedim. “Bu çok zor bir durum Şeyh F.T., bırak biraz düşüneyim dedim. Şeyh F.T. “Pek iyi” deyip ayrıldı.
O gittikten sonra işittiklerimle yerimde kala kaldım. Şu mahkumun yüreğinin büyüklüğü karşısında kendimden utandım. “Allah’tan korkuyorum!” ifadesi zihnimde çınlayıp durdu. Sanki ilk defa duydum bu ifadeyi. Güya hocayım, yıllardır insanlara namaz kıldırıyor, sohbetler ediyorum. Sevgiye merhamete dair hikayeler, bu meyanda tasavvufun derin manalı ifadelerini yaldızlı sözler, makyajlı ifadelerle anlatıyorum. Konuşmak, ah konuşmak ne kadar kolay. Ben bu mahkumun yerinde olsaydım ne yapardım? Biri canımdan aziz bildiğim anama silah doğrultsaydı, sonra 14 yıl önce kaybettiğim ama çok çok çok özlediğim babama beş kere ateş etseydi, sonra gelip gözümün önünde dolaşsaydı, “Affettim seni, mademki müslüman oldun, Allah için seni affettim.” diyebilir miydim? Konuşmak ah konuşmak, ne kadar kolay.
Ertesi gün hücre cezası alanları ziyarete gidecektim. Zihnimde hala o mahkum vardı. Düşünceli halimi gören çalışanlarımdan N.R. kardeş sebebini sordu. Anlattım ve “Keşke onun kim olduğunu bilseydim?” diyerek sözümü tamamladım. N.R. kardeş,“Dün gece iki kişi sürtüşmüş onları hücreye kapatmışlar. Biri beyaz oldukça uzun boylu bir mahkummuş belki de onlardan biridir.” dedi ve bunu der demez odandan ayrıldı. Teşekkürler N.R. kardeş, bana kesinlikle kim olduğunu tarif etti. Artık onu bulmak çok kolaydı. Dün gece hücre cezası alan mahkumları öğrenebilir, onlardan beyaz uzun boylu olanı seçebilirdim. Seçerdim seçmesine de ben hala ne diyeceğimi bilmiyordum. “Olan olmuş, akıllı ol, burada başka ceza alıp da ömrünü çürütme, o kadar seviyorsan ananı babanı, bitir cezanı ve git onlara hizmet et.” mi desem. Mahkumların neredeyse tamamı harbi konuşmayı severler. Kibar sözlerden ziyade yalın hatta sert sözler daha fazla tesir ediyor gibi görünüyor. Bilmiyorum ne diyeceğimi, emin olamıyorum. Tevekkeltü alallah deyip odamdan ayrıldım. Hücre cezası alanların bulunduğu bölüme ‘the RHU’ diyorlar. The RHU’ya girdim. Dün gece gelenlerin kim olduğunu öğrendim, hücre numaralarını aldım. O mahkumun hücresine doğru ilerlerken hala ne diyeceğimi bilmiyordum. 33 yaşından sonra öğrenmeye çalıştığım dilden ne olurdu ki. İngilizcem yetersiz, aksanım kötü, bilgim az. Nasıl teselli verecektim bu kardeşe. Of Allah’ım of! Ne kadar acizim ne kadar da zavallı. “BANA SAMİMİYET VER ALLAHIM! KELİMELERİNİ DİLİME KOY, BENİ SEN KONUŞTUR ALLAHIM.” dedim ve hücrenin önünde durdum. O da sanki beni bekliyor gibiydi. Parmaklıkların arkasında ayakta duruyordu. Çok doluydu aynı zamanda çaresiz bir hal içindeydi. Nasılsın-iyi misin faslından sonra bana açıldı. Tek kelime etmeden, gözlerimi gözlerinden kaçırmadan, beden diliyle “Ben buradayım, hiç bir yere gitmeden seni dinleyeceğim.” mesajını vererek dinledim. O da içindekileri boşalana kadar anlattı. Ardından “Ben ne yapacağım?” diyerek sustu. Benim sıram geldi. “Kardeş bu çok zor bir durum, senin yerinde olsaydım gerçekten ne yapardım bilmiyorum. Sana imreniyorum, sen Allah’tan korkuyor ve onun koyduğu sınırlar içinde kalmak istiyorsun. Biliyorum ki bu acıtır. Bu duygu, yüreğini çok acıttığı zaman secdeye kapan ve rabbine derdini anlat. Allah’ım çok zor durumdayım, içim acıyor, beni tahrik ediyorlar, bu intikam duygusu bir ateş gibi beni yakıyor. Ama sen bu adama hidayet verdin, biliyorum ki hidayet verdiğin insanların geçmiş günahlarını affediyorsun. Bana sabır ver. Senin affettiğin adamı, affetme gücünü bana da ver. Bu intikam duygusunu benden al. Bunun yerine bana ve aileme dünyada ve ahirette hasene ver, de!” dedim. Gayri ihtiyari gözlerimi kapatmışım. Gözlerimi açtığımda mahkumu bir heykel gibi durmuş, gözlerini bana dikmiş halde buldum. Zayıflık emaresidir, onun için Amerikan hapishanelerinde mahkumlar ağlamaz. Ama ağlamak sadece gözlerden iki damla gözyaşı yuvarlamak mıdır? Nice sessiz ağlayışlar vardır, ne gözlerde yaşı olur ne de boğazlarda hıçkırığı. Ama o basbayağı için için ağlamaktır. Bence bu mahkum da işte böylece gözlerinde yaş olmadan ağlıyordu. Benim berbat bir aksanla söylediğim sözler değildi elbette onu ağlatan. Başka, başka bir şeydi. Ancak duyulacak bir sesle “As selam aleyküm” diyerek bir gölge gibi hücrelerin arasından süzülerek kapıya yöneldim.
Bu sırada yüreğim kan ağlıyordu: Türkiyedeki müslümanlar olarak bu mahkumun dediği gibi “Allah’tan korkuyorum” diyerek haksızlıktan, zulümden, kayırmadan, rüşvetten, yalandan, hırsızlıktan, yolsuzluktan, gıybetten, kıskançlıktan, hasetten, kibirden ve daha hakkın kerih gördüğü bilmem daha ne belalardan kendimizi kurtarabilecek miyiz? Allah’ım Allah’ım kurtar bizi nefsin köleliğinden ki gerçek mahkumiyet buymuş.”
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment