Amerika’nın kağıt evleri
Çocukken izlediğimiz çizgi filmlerde ve Amerikan filmlerinde karakterlerin bir yumruk ya da tekmeyle duvarı delip, yan komşunun salonuna giriverdiklerini görünce, ‘Hadi ordan canım, olur mu öyle şey!’ der, geçerdik. Ta ki Amerika’ya ayak basıncaya kadar. Her Türk gibi biz de evlerin betondan ve tuğladan ibaret olduğunu sanırdık eskiden. Ama yeni kıtaya gelince, ezberimiz, yaşadığımız acı tatlı tecrübelerle değişiverdi. Ev yapımında betondan, tuğladan, demirden farklı materyallerin de kullanıldığını öğrendik.
İlk önce, havaalanına yakın evimizin üstünden her uçak geçişinde zangır zangır sallanmasıyla deprem oluyor zannına kapıldık. Okul yıllarında arkadaşlarıyla kaldığı evde 99 depremini yaşamış bir insandan başka bir şey de beklenemezdi zaten. Ona alıştık derken, her çocuklu misafirimizde değnekle tavana vurup bizi uyaran alt katımızdaki yaşlı çift hayatımıza girdi. Üst kattaki komşumuzun, parke zemin üzerinde sürekli sandalyeleri çekiştiren çocuklarını saymıyorum bile.
İlerleyen yıllarda aramıza katılan minik oğlumuz sayesinde tecrübelerimiz boyut değiştirerek, 2 ay içinde evden atılmaya kadar vardı. Bu sefer başka bir şehir, başka bir ev ama handiyse kağıttan yapılmış diyebileceğimiz incelikte aynı zemin ve duvarlar. İki buçuk yaşındaki oğlumuzun her yürüyüşünde avizesinin sallandığından şikayet eden alt komşumuza hak verip, pek de kibar diyemeyeceğimiz bir dille bizi uyaran yan komşumuzu idare edip, işe karışan karşı komşumuza da bir anlam veremeyip, kar kış demeden apar topar taşınmakta bulduk çareyi. Minik oğlumuzun bir dönem gittiği kreşte, tekmeyle duvarı deldiğini öğrenince çok da şaşırmadık. Netice de artık biliyorduk ki Amerika’da duvarlar ince ama spor ayakkabıları oldukça sağlamdı. Bu yaşadığımız tecrübelerden sonra kimsenin üst katında yaşamama gibi çok isabetli bir karar aldık.
Şimdilerde ‘townhouse’ denilen müstakil girişli, iki katlı evler bizim için en uygun çözüm diye düşünüyoruz. Tabii bu tip evlerde yan duvarları paylaştığınız komşular olabiliyor. Ancak bu durum bizim hayatımızı renklendirmekten öteye gitmiyor. Amerika’da duvarlar bu kadar ses geçirgen ve ince olmasaydı, sol tarafımızdaki Moğol komşularımızın ailece toplaşıp söyledikleri yöresel şarkılarını nereden dinleyecektik? Ya da sağ tarafımızdaki Amerikalı ailenin çocuklarına kızınca adamakıllı bağırabildiklerini nereden bilecektik? Kimbilir belki terlik bile atıyorlardır.
Şu global bir köy haline gelen fani dünyamızda, terlik fırlatmanın cocukluğumuzun Türkiyeli annelerine has birşey olduğunu kim iddia edebilir? Bu kadar renkli hayatin içinde şimdilik tek bir derdim var. O da, minik kızımı binbir zahmetle uyuttuktan sonra, her yeri ayrı telden gıcırdayan zemine basmadan odasından çıkmayı başarabilmek.
Bir yolunu bulan varsa beri gelsin.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment