Salât-ı Ümmiye
Mübarek Ramazan ayının içinde bulunmamız vesîlesiyle bestekâr Itrî’yi de anmanın yerinde olacağı muhakkak. Hakkında pek çoğumuzun bilgi eksikliği yaşadığı gerçeğine rağmen hani sorulsa “Kimdir Itrî?” diye, ihtimâl “Osmanlı Dönemi’nde yaşamış büyük bir bestekâr” cevabını verenler de çıkacaktır. Fakat bunun ötesinde, Beethoven’ın “Ben hayatımda böyle üstün bir bestekâr görmedim.” diyerek hakkını teslim ettiği Itrî’nin üstünlüğünün hangi vasıflarından ileri geldiğini izah edebilecek az sayıda insan vardır sanıyorum.
Binin üzerinde bestesinin bulunduğu, ancak günümüze bunlardan sadece otuz kadarının ulaşabildiği; Tasavvuf Mûsıkîsi’ne öncülük edip Osmanlı-İslam mûsıkîsinde büyük adımlar atılmasına basamak oluşturduğu; özellikle Sultan IV. Mehmed’in onun eserlerine olan düşkünlüğü; aynı zamanda çiçekçilik ile uğraştığı için “Itrî” mahlâsını aldığı…
Ömrü boyunca yedi padişah gördüğü ve hepsinin himâyesini aldığı; tevazusunun eserlerinde abartılı süslemelere yer vermeyişinden de açıkça anlaşıldığı; pâdişahtan Esirciler Kethüdalığı görevini talep etmesinin İstanbul’a getirilen esirlerden başka kültürlerin müziğini öğrenmek ve mûsıkîye yeteneği olan esirleri yetiştirmek arzusundan ileri geldiği; “Buhûrîzâde” lâkabının “buhûr” satıcısı olan baba ve dedelerinden kendisine miras kaldığı…
Notanın henüz kullanılmadığı dönemlerde eser bestelediği; mûsıkî yaşamının başladığı Yenikapı Mevlevihânesi’nde mevlevihâne için âyin ve nâ’t bestelediği; hocasının Hâfız Post olduğu; ilk güfte mecmuasını hocasıyla beraber yazdığı; tasavvuf terbiyesinden geçtiği için “Hiçbir şeyin sahibi sen değilsin” düşüncesi hâkim olduğundan hiçbir eserinin altına imza atma ihtiyacı duymadığı; müzikte farklı dinî öğeler kullandığı…
Gibi mühim özellikler ve daha fazlası değil de, benim üzerinde durmak istediğim belirgin nokta; söylerken içimizi titreten, yüreğimize işleyen, topluca okunduğunda insanı bambaşka bir âleme taşıyan Salât-ı Ümmiye. Bestekâr Buhûrîzâde Mustafa Itrî Efendi’ye âit, asırlardır dünya üzerinde dolanan bu eser dilimizden düşmeyen bir beste; ama belki de hiç düşünmedik bu segâh eserin kim tarafından bestelendiğini. Belki de dikkatimizden hep kaçan ayrıntılardan biri olarak kaldı sürekli dinlediğimiz, söylediğimiz, topluca eşlik ettiğimiz, dili farklı milyonlarca müslümanla beraber tekrar edebildiğimiz bu sözlerin İslâm fıtratının sesi olduğu.
Pek çok kişi bilir yıllar önce Sami Yusuf çok güzel yorumlamıştı bu eseri. Dinlerken ruhumuzu dinlendirmiş, çocuklarımızın kolayca öğrendiğini görünce sevinmiş, boş seslerle kulağımızı doldurmak yerine gün boyu Salât-ı Ümmiye ile hemhâl olmuştuk/olmaya da devam ediyoruz.
UNESCO’nun 2012 yılını Itrî yılı olarak ilân etmesinde, dünya üzerinde bestesi en çok okunan bir bestekâr olmasının etkili olup olmadığını bilemiyorum. Ancak pek çok müslüman da aslında bu ayrıntıdan habersiz. Yıl boyu Medeniyetler İttifakı Enstitüsü desteğiyle önce Türkiye’de, sonra dünya çapında yürütülen çalışmalarda, etkinliklerde, faaliyetlerde bu önemli husus üzerinde duruldu, duruluyor ve durulmaya da devam edilecek. Benim için etkinliklerin tamamını takip edebilmek hâliyle mümkün değilse bile; uzaktan bir izleyici, dinleyici ve okuyucu olarak katılabilmek de önemli bir kazanım olsa gerek. Bizâtihi katılım gösterebilenlerin alacağı lezzetin de çok başka olacağını tahmin etmek çok da güç değil tabiî.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment