Neyi temsil ettiğimizi biliyor muyuz?
Ağustos ayından bu yana Lourdes Üniversitesi bünyesindeyim. Hareketli, hızlı, yoğun, dolu dolu bir eğitim yanında yeni yüzlerle karşılaşmanın da insanı farklı bir tavır takınmaya zorladığını farkettim. ‘Yeni yüzler’ demenin yeniden kendini anlatmak anlamına geldiğini, anlatırken de her cümlenin nasıl da birer birer karşı taraftakinin düşünce raflarında yerini aldığını, sürekli yeni yüzlerle karşılaşmaya alışmış biri olarak çok iyi biliyorum. Her söz, her cümle benim gibi sıradan birisinin ağzından çıkmış olsa bile belli bir kıymet ölçüsünde ölçüt kabul edilebiliyor ve zaman içinde dönüp dolaşıp yine beni buluyor elbette. İşte tam da bu yüzden her söylediğimiz doğru olmalı, doğru ve güçlü kaynaklara dayandırılmış olmalı; eğer konuya dair bilgimiz sınırlı ise eksik cümleler kurup kafa karıştırmak yerine ‘bilmiyorum’ deme cesaretini gösterebilmeli ve eğer değişik ortamlara girmeye devam edecek isek yetersiz olduğumuzu düşündüğümüz noktalarda kendimizi eğitmeye hassasiyetle çaba göstermeliyiz.
Katıldığım sınıflarda nasıl oluyorsa söz bir şekilde gelip İslam konusuna dayanıyor. “Demek ki” diyorum, “insanlar beni gördüklerinde İslamiyet’i hatırlıyorlar.” Ne güzel! Güzel, ama ben O’nu gerçekten temsil edebiliyor muyum, yoksa sadece hatırlatmakla mı kalıyorum? Bana sordukları sorulara, en azından onların zihin çukurlarında daha büyük karışıklığa sebep olmadan cevap verebiliyor muyum? Verdiğim cevaplar onları doyurmuş gibi görünse bile, ben o cevapların tam olarak doğru olduğundan emin miyim? Yoksa cevap vermiş olmak için mi konuşuyorum? “Hakkını vermek / verebilmek” işte tam da söylemek istediğim. Ben bir müslümanın durması gerektiği yerde ve şekilde durabiliyor muyum?
“Başbakanınız” diyor birisi, “ne kadar modern duruşlu!” Bir diğeri ekliyor, “Türkiye bölge için kilit noktada yer alıyor!” Bir başkası hemen ardından atılıyor, “Türkiye nüfusunun da çoğunluğu Müslüman, ama diğer Müslüman nüfusa sahip ülkelerden çok farklı.” Bir diğeri heyecanla, “Ben dört kez İstanbul’u ziyaret ettim!” diyor. Bir başkası araya girip soruveriyor: “İslamiyet’te insan öldürmenin cezası nedir?” Daha ben ağzımı açamadan başka biri, “Müslümanların Hz. İsa (a.s.)’yı peygamber olarak kabul ettikleri doğru mu?” sorusunu aramıza bırakıveriyor. Anladım, ben konuşamaya fırsat bulamayacağım. Bir başka soru o an gümbürtüyle ortaya düşüyor: “Nasıl Hz. Muhammed (s.a.s.) hakkında çevrilen bir film insanları bu kadar sinirlendirebiliyor?” Daha ne olduğunu anlayamadan, “Bir câmi ziyaret ettim geçenlerde” diyor Jesy, “neden kadınlar erkeklerin arka tarafında namaz kılıyorlar?” … “İki arada bir derede bu kadar soru çıktıysa” diye düşünüyorum, “geniş zamanlarda kim bilir ne sorular çıkacak yoluma!”
Çok değil bundan daha beş-on yıl önce dünyanın pek çok yerinde “Nerelisiniz?” sorusuna “Türkiyeliyiz!” karşılığını verdiğimizde insanlar anlamayıp, “Orası neresi?” diye soruyorlardı gülerek. Şimdi çevreme şöyle bir baktım da içinde bulunduğum sınıfta bile herkesin Türkiye hakkında en az bir bildiği, İslâmiyet hakkında da bilmek istedikleri var. Benim gibi değişik ortamlara girip çıkanların aynı ya da benzer sorularla karşılaştıklarından eminim. Eğer bu sorulara verebilecek cevaplarımız, bize sunulan cümlelere mukabil sunabileceğimiz cümlelerimiz yoksa; çok âşikârdır ki, bu sorumluluğu taşıyamıyoruz demektir.
İnsanları bilgiye de boğmadan, kısa ve anlamlı ve tabiî ki doğruluğundan da emin olduğumuz cevaplarla karşılayabilmeliyiz sanıyorum bir müslüman olarak. Globalleşen dünya ve teknolojinin bilgiyi bize ulaştırmadaki mahâreti sonucu konuyla bağlantılı kaynaklara ulaşmada zorlanmayacağımızı düşünüyorum ben.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment