Hiç Fun Değil
‘Fun’ kelimesini Amerika eğitim kültürünün içine yerleştiren kişiyi arıyordum uzun zamandır. Bulsam ânîden bir değişiklik olacak ve hayatımıza Amerika ya da Amerika’ya biz girmeden önce olduğu gibi, birden ‘fun’sız yaşamaya başlayacakmışız gibi geliyordu bana. Büyük bir hayâl! O kadar kolay çözümleneceğini sanmıyorum bu devâsa sorunun tabiî. Evet, ‘fun eşliğinde öğrenme’ konusunun çocukların öğrenme yeteneğine zarar verecek boyutta abartıldığını düşünüyor ve bu durumu da ölümcül bir sorun olarak görüyorum bugünkü eğitim sisteminde. Her ne kadar Judy Willis, fun’ın öğrencilerin öğrenmesini hızlandırıp geliştirdiğini nörolojik olarak kanıtlamaya çalışarak düşüncesini bilimsel araştırmalara dayandırsa da, fun’da doz ayarının kaçtığı kanaatindeyim sınıf ortamında sürekli bulunan biri olarak.
‘Fun’ kelimesinin boyutuna bakıp ‘ne gibi bir sorun çıkarabilir ki?’ diye düşünüyor olsak bile, konu yine dönüp dolaşıp Kemal Uyar’ın ne kadar mühim bir nokta olduğunu vurgulamak için adına kitap yayınladığı ‘küçük şey yoktur’ ayrıntısına dayanıyor. Hemen gemideki vidaların arasında gerçekleşen o mânidar konuşma ve birbirlerinden etkilenip o yönde davranmaya başlamaları sonucunda batan gemi örneği canlanıyor gözümde. Bir sınıfta bir tek öğrencide oluşan ufak bir uyumsuzluğun diğer öğrencilere dalga dalga yayılıp tüm ortamı hızla değiştirmesi gibi. ‘Grup psikolojisi’ dediğimiz, çoğu zaman insanın neden öyle davrandığını açıklayamadan ya da düşünmeden yapmasıdır işte bu. Grup yürüyor diye yürümek, grup uyuyor diye uyumak, grup bağırıyor diye bağırmak, grup gülüyor diye gülmek… Ancak sadece sınıf ortamında değil, birebir eğitimde de ‘fun’ kelimesinin yıkıcı etkisiyle kaşılaşıyor ve bir labirentin içinde çâresiz dolaşırken buluyorsunuz kendinizi yine.
‘Fun’ hakkındaki yargılarımı bir anıyla şöyle renklendirebilirim sanırım: “Birkaç yıl Amerika’da öğretmenlik yapmış bir Matematik öğretmeni Türkiye’de yaşamaya karar verir ve geri dönüp Türkiye’de öğretmen olarak çalışmaya başlar. Okullar açılır, aradan bir ay geçer ve okul müdürü birgün onu odasına çağırır. Hiç sözü uzatmadan, “Bu kadar eğlence yeter, artık matematik öğretmeye başlasanız iyi olacak!” der müdür bey. Matematik öğretmeni epey şaşkın, “zaten öğretiyorum” karşılığını verir.” “Bunun anlamı ne?” diye soran olursa, kısaca “Öğrenciyi Sıkmadan Öğretim” ya da “Eğlenerek Öğrenelim” biçiminde iki gösterişli başlık altında toparlamak mümkün durumu. Fakat öğrenmeden çok eğlenceyi ön plana çıkardığı için ve varılması gereken hedefe doğru ancak kaplumbağa hızıyla ilerlenmesine neden olduğu için, bir daha durup tahlîl etmek gerekiyor ‘fun’lı eğitime nerede, ne zaman ve hangi şartlar altında yer verilmesinin faydalı olacağını.
“Okumayı eğlenceli hâle getirmeli” diyen olduğunda gözümün önünde kitapların saklambaç oynadığını, kelimelerin cümlelerden kaçıp kendilerini silgiye sildirmeye çalıştıklarını, öykü kahramanının birbirine ev ziyâretine gittiğini filan düşünmeye başlıyorum. Böylece fun olan yerde okuma yapılamayacağı, fun olmayan yerde de ‘hiç fun değil’ şikâyetinin gezinmeye başlayacağı sonucuna varıyorum. Öyle bir an geliyor ki ‘fun’ kelimesinin kökenine dek inip etimolojik olarak bir temizliğe girişme isteği zorlamaya başlıyor zihnimi.
Keskin olmak istemiyorum, ancak nasıl hayatta tüm kuralları her konuda genelleyerek uygulayamıyorsak ‘fun’ kelimesini de öğretirken tüm alan ve yaş gruplarında eşit ölçüde kullanamayız vurgusunda ısrar ediyorum. Ancak üzülerek belirtmeliyim ki, bugün bu kelime Amerika’da eğitim ve öğretimin kalitesini düşürecek boyutlara kadar gelmiş durumda. Fun ve eğitim arasındaki farkı çocuğun gözünde belirgin şekilde çizmediğimiz sürece her yer onun için oyun alanı, her bilgi de bir oyuncak hükmünde oluyor. Oyun ve oyuncağın yaşa göre ne tür bir öneme sahip olduğunu bilerek ve kabul ederek vardığım sonuç şu: “Oyun çağını çoktan geçmiş, artık hayatın bir oyun alanı olmadığını öğrenme yaşına gelmiş bireylerin hâlâ çocukluğa takılıkalarak gelişememesi, ‘fun’ kelimesinden sebep her şeye oyuncak ve oyun değerinde bakması yaşının gerektirdiğini öğrenememenin yanında hayata tutunamamayı da beraberinde getiriyor.” (Tutunamamanın resmini de bana göre en iyi Oğuz Atay çizmiştir, bu resmi görmek isteyenler ona başvurabilir.)
Sonuç olarak, bugün “Hiç fun değil!” diyerek sınıftan çıkabilen ya da öğrenmeyi reddeden çocuk yarın “Hiç fun değil!” diyerek hayattan çıkamayacağını farkettiğinde nasıl bir çıkmazda bulacak kendisini varın siz düşünün.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment