Gönül bahçemizde Nişanyan’a yer bulabilir miyiz?
Ortaokul yıllarım, arkadaşlarla ‘Ermeni Bahçesi’ dediğimiz, içinde hayal meyal hatırladığım iki katlı ahşap bir evin bulunduğu geniş bir arazide top oynayarak geçmişti. Hafta sonlarında kan-ter içinde kalıncaya kadar top oynardık. Ermeni Bahçesi’nde. Ama Tokat’ta hiç Ermeni tanıdığım olmadı. İstanbul’da konuşmalarını dinlediğim Etyen Mahcupyan’ı saymazsak ben onları ne Tokat’ta, ne İstanbul’da ne de Türkiye’nin başka bir yerinde tanıyabildim. Ben onları ta Miami’de doktora yaparken, ya bana isimlerinin aslında Türkçe’den geldiğini anlatan beraber ders aldığım öğrenciler ya da Türk(iye’den) yiyecek ürünlerinin satıldığı, kredi kartı makinesinin bozuk olduğu zamanlarda bana ‘mühim değil, sonra ödersin’ diyerek bir ‘İstanbul beyefendisi’ gibi ısrar eden esnaflar olarak tanıdım. Ya o yaşı sekseni aşmış, dedemle anneanneme hekimlik yapmış Ermeni doktor Şevket’in oğlu Vedat amcaya ne demeli? İnsan Tokat’ın Kat köyünde 1900’lerin başında şehrin en iyi hekimi olan doktor Şevket’in hikayelerini şimdilerde New Jersey mukimi Vedat amca’dan dinleyince değişik duygular içerisine giriyor. İlk telefon konuşmamızda ‘biz sizinkilere ziyarete gittiğimizde yatılı giderdik sen de bize öyle geleceksin yerimiz müsait’ demişti. Bir program dönüşünde ne yapıp edip uğradığımda ilk defa gördüğüm Vedat amca bana kanı ısınınca ‘seni sevdim sende de Ermeni kanı olabilir’ demişti de bu ‘iltifatını’ anneme söylediğimde ‘ben nüfus kayıtlarına baktım mümkünatı yok’ diye kabul etmemişti.
Ermeni Bahçesi, benim hayalimde attığım goller, verdiğim paslar, yaptığım kavgalar ve o iki katlı evin çocuklar tarafından yıkılışı gibi hayal meyal kaybolurken aradan yıllar geçip bir ara Tokat’a tekrar dönüp, Ermeni Bahçesi’nin yerinde beşer onar katlı apartmanları görünce, hatıralarımın daha da güçlendiğini hissettim. Kim ne hakla ‘bizim’ olan Ermeni Bahçesi’ne o evleri dikebilirdi ki? Belki de oraya iki üç gün diktikleri bir levha ile bahçenin sahibini aradılar, kanunen verilen sürede sahibi çıkmayınca da kamulaştırıp sattılar. Ne Ermeni Bahçesi, ne yıkılan ev, ne de artık Tokat’ta oturmayan o zaten tanımadığım Ermenileri unutabilirdim artık. Çünkü ‘kayıp’ (gaib) olan şey ‘var’ olandan daha ‘mevcut’ hale gelmişti benim için! Ermeni bahçesi yok olmuştu, ama gönül bahçemde hatırası sapasağlam yerinde duruyordu.
Sevan Nişanyan’in akla, hayale ve edebe sığmaz sözlerini duyunca, bunları ve öncesinde, belki çoğu kimsenin de hoşuna giden Kemalizm hakkında söyledikleri ve boşanma sürecinde eşine yaptıkları iddia edilen şeyleri hatırladım. ‘Neden bazı insanlar beğenmedikleri ve rahatsız oldukları şeylere bu kadar sert tepki verir ki?’ diye düşündüm. Bu hissettikleri neyin acısıdır ki böyle ifrat-tefrit tavırlarla onu telafi etmeye çalışırlar? Yaşı belli bir seviyenin üzerine gelmiş, elinden kayıp giden tutulamayan bu hayat dediğimiz, sıhhat dediğimiz gençlik dediğimiz bütün zenginliklerin kayboluşu, ve o kayboluşla anlamsızlığın, köşe başlarını karabasanlar gibi saran boşluğu mudur gözlerinde görür gibi olduğum?
Bazı Ermeniler’in şöyle ya da böyle yaşadıkları veya yaşayanlardan duydukları veya hatırattan okudukları acıların ve adaletsizliklerin altında ezilip doğrulamayan zihinlerinin, kutsal olan her değere karşı olan sert bir tepki verir hale gelmesi Ermeni toplumunun ne yazık ki ‘alamet-i farikası’ olmuş durumda. Çok sevdiğim bir Ermeni tanıdığım, “Artık Tanrı’ya inanmıyorum, kiliseye eski arkadaşları görmek, sosyalleşmek için gidiyorum” demişti bir seferinde. “Tanrı olsaydı” demişti, haşa, “bu kadar adaletsizliğe nasıl izin verirdi”. Kötülük (teodize) meselesini çözemeyen, bu meseleye Nurs’tan veya Korucuk’tan yıllardır cevap verenleri bilmeyen bu insanlara ancak dua edebilirsiniz. Nişanyan’in çıkışları bir haykırış; kaybolup giden tanrılarından kopuşun, sevdiklerinden uzaklaşmanın, ve ‘ebed, ebed’ diye inleyen gönlüne bir cevap veremeyişin haykırışı. Onun meselesi aslında sizinle değil. O nedenle ona da bahçenizde bir yer verebilmelisiniz. Nişanyan’ın akıllı bir insan olmadığını kimse iddia edemez. Ama onu, aklının götüremeyeceği kadar farklı (haydi objektif olalım ‘uzak’ demedim, ‘farklı’) menzillere kadar götürecek bir kalbinin olmadığını görmek kalp sahibi insanları sadece üzmelidir. Bu satırları okuyanların çoğu, Allah bilir, harp sırasında esir aldığı Ermenilere dokunmanın, Hrant Dink’in anlattığı gibi ‘şer’an caiz olmadigini’ haykıran bir Üstad ile, babası suçsuz günahsız Ermenileri, Ermenilerin bizzat kendi şehadetleriyle, kurtaran bir Hocaefendi’nin muhibleridir ki ‘bizden olmayan’ın, ‘öteki’nin hakkına en çok onlar saygı gösterir. Bu ‘anlama ahlakı’ (ille de ‘kabul etme ahlakı’ değil) Türkiye’de kendisine bir çok hakareti edene karşı bile merhameti esirgemeyen bu mühim gönül önderlerine hürmetin bir gereğidir. Hatırlatmak isterim ki O (ASM), alemlere rahmet olarak gönderilmiş olmasına rağmen ümmetinden çok çekmişti de yine de beddua etmemiş, tel’ine amin dememişti.
Bu yol uzundur menzili çoktur, geçidi yoktur derin sular var.
‘Muhabbet fedaisi’ olmak zor bir iştir. Gönül bahçemizde herkese yer bulabilmek zor bir şeydir. Preferences Preferences Preferences § 1 2 3 4 5 6 7 8 9 0 – = Backspace Tab q w e r t y u i o p [ ] Return capslock a s d f g h j k l ; ‘ shift ` z x c v b n m , . / shift English Deutsch Español Français Italiano Português Русский alt alt Preferences
2 Comments
Only registered users can comment.
sayin sa… zor da olsa denemeli tavsiyelerini…hin cok gonulden yazmis… gonulerimize seslenmis
Hakaret içererek zulmetmediği sürece onun da diğerlerinin de fikirlerine tahammül edebilmek gerekir. Ama “Zulmü alkışlayamam, Zalimi asla sevemem” de diyebilmek de gerekebilir. Denge insanı olmak ve Allah için sevip O’nun için buğzedebilmek dileğiyle