Ayna ayna, söyle bana
Geçen yazımda, izlediğim bir filmden bahsettim ya arkadaşlar beni film eleştirmeni sanmışlar. Yani şimdi yine geçenlerde izledim diye Julia Roberts’in ‘Mirror Mirror on the Wall’ filminden çıkardığım politik analizleri mi yazacağım? Filmde, mesela, ülkemizdeki güzellikleri tehdit eden ve onları yok etmek için elinden geleni yapan gericilerin ve cahillerin nasıl idare edileceğini kraliçenin (Julia Roberts) nasıl büyük bir maharetle anlattığını mi sizlere aktaracağım? Hem ne Julia Roberts Türkiye’de yaşamış ne de film Türkiye’yi konu edinir zaten. Zaten, film değerlerimizin bekasını sorgulayanları, dahili ve harici düşmanlarla korkutan, halka rağmen halk için olanlardan bahsediyor desem millet ‘basit bir ‘Pamuk Prenses’ hikayesinden neler çıkartıyorsun?’ demez mi? Onun için ben de filmden bahsetmeyeceğim. Kitaplar daha güvenli zeminler gibi geliyor bana. İnşallah yanılmıyorumdur.
Bu yaz, Türkiye’de her yaz yaptığım gibi üslubunu ve içeriğini beğendiğim te’lif Türkçe eserler okumaya devam ettim. Malumunuz, tercüme eser okumak dublajlı film izlemek gibi bir şeydir. Siz de ‘senin derdin ne ha adamım’ repliklerinden bıktıysanız anlamışsınızdır ne demek istediğimi. Her tercüme kötüdür diye bir şey yok elbette. Dr. Ahmet Kuru’nun laiklik üzerine kaleme aldığı kitabı mesela. Yine Bilgi Üniversitesi yayınlarından çıkan Stephen O’Shea’nin ‘İnanç Denizi’ (orijinali Sea of Faith: Islam and Christianity in the Medieval Mediterranean World) adlı kitabı da diğer başarılı tercüme eserlerden. O’Shea’yi özellikle dinlerarası diyalog konuları ile ilgilenenler hiç kaçırmasınlar derim. Ama her yazarın kitabı aynı başarıda çevrilmiyor Türkçe’ye. Bir keresinde Elif Şafak’ın, kendisinin İngilizce yazdığı ama başkası tarafından Türkçe’ye çevrilmiş bir kitabını okudum (veya okumaya çalıştım) da daral gelmişti doğrusu. Ama bu sefer size ne Kuru’dan ne O’Shea’ dan ne de Şafak’tan bahsedeceğim. ‘Adı Aylin’in yazarı Ayşe Kulin’in Hüzün adlı otobiyografik çalışmasından bahsedeceğim biraz, biraz da….
Ayşe Kulin’in Huzur adlı eseri, üslubundan tutun da hikayenin oluşturulmasına kadar her şeyiyle yerli yerinde ve sürükleyici. Hani derler ya; ‘page-turner’ bir kitap. Yazar 1960’larla 1980’ler arasındaki sergüzeşt-i hayatını kendi nazarından öyle bir anlatıyor ki insan kendini sürükleyici bir rüyanın ortasındaymış gibi hissediyor. Hem hikayenin sonuna hemencecik varmak istiyorsunuz hem de hikaye hiç bitmesin. Bu noktada Hüzün ilgi çekici bir kontekste de oturmuş. Yazarın kendi hayatını, çocuklarını, eşini, eşinin ailesini dadıyı, avukatı, hakimi derken hemen herkesle olan ilişkisini anlatmada kullandığı en önemli temalardan biri kitabın da adından belli olacağı gibi ‘hüzün’ olmuş. Hüzün, ama azmin, gayretin ve talihin de katkısıyla tünelin sonunda sürura ulaşılabilen yolların açık olduğu bir süreç olarak hüzün. Geçenlerde Orhan Pamuk’un NPR’da bahsettiği gibi, hüzünlü hayatlar hakkında yazılmış hikayeler daha çok ilgi çekermiş. İnsanlar bu tür hikayeleri merak edip daha çok okumak istermiş. Hüzün de öyle bir kitap olmuş ve çok satanlar listesinde kalmış uzun zaman.
Her ne kadar beni kitaba hüzün çekse de aklımda kalmasını sağlayan ve belki de bu yazıyı yaptığım bir sürü eleştiriyi törpüleye törpüleye yazdıran başka bir şey oldu. Yazar, Türk siyasi hayatını büyük bir maharetle satırlarının arasına işlemeye çalışırken okuyucuya siyasetle edebiyatı açıkça taraf tutarak birbirine karıştırmanın ne kadar büyük bir hata olduğunu da göstermiş kitabında. Mesela, dört tarafı denizlerle çevrili cennet vatanımızı daha da cennet haline getirmek için uğraşan fedakar ve cefakar ilerici idealist gençleri buldukları her fırsatta döven o islamcılar yok mu? Solcuların onlardan neler çektiğini tarihe tanıklık eden Kulin’den öğreniyoruz. Beyazıt’tan Beşiktaş’a kadar adam toplayıp az mı can yakmış bu gericiler. Ya o gericilerin önde gelenlerinden Erbakan’a ve yazarın ucundan dokundurduğu Özal’a ne demeli? Onlar olmasaydı ülkemiz ne kadar da güzel olurdu!
Hayatta her şey ‘siyasi’ olduğu için edebiyat ile siyaseti birbirinden ayırmak imkansız olsa da, edebiyatçılarımızın bertaraf olmadan da bitaraf olmanın yollarını da bulabilecekleri kanaatindeyim. Bunu biraz da bu hüzünlü kitabı sun’i ideolojik göndermelerle daha bir hüzünlü yapan Kulin yapsa ne iyi olurdu. Yoksa çok daha geniş bir okuyucu kitlesi ve hatta saygınlık kazanabilirdi. Eğer bunlara takılmazsanız eminim Kulin’in eserlerinden siz de hoşlanacaksınızdır. Ben ise Orhan Pamuk’u bu noktada nispeten daha dengeli buluyorum. Her ne kadar şimdiye kadar hep bir tarafın radikallerini, teröristlerini ele alsa da. Ama hiç kimse ‘snow white’ kadar masum değil. Preferences § 1 2 3 4 5 6 7 8 9 0 – = Backspace Tab q w e r t y u i o p [ ] Return capslock a s d f g h j k l ; ‘ shift ` z x c v b n m , . / shift English Deutsch Español Français Italiano Português Русский alt alt Preferences
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment