Türk İslamı en ideal İslam anlayışı mıdır?
Geçen yaz bir ziyaret vesilesiyle gitmiş olduğum, Cihangir’de bulunan Orient Institute’de, Londra’da yaşayan Pakistan asıllı iki müslüman lise öğrenciyle tanışmıştım. Okullarından aldıkları bursla Ramazan boyunca İslami ülkeleri ziyaret edip Müslümanları gözlemleyeceklerdi. Trenle geldikleri İstanbul’da sadece bir kaç gün kalabileceklerdi. Konuşmalarıyla ve duruşlarıyla alışık olduğumuz lise öğrenci profilinin çok üstünde bir olgunluk sergiliyorlardı. Avrupa’da Müslüman olmak, göçmen çocuklarında anadil mevzusu gibi konulardan sonra, Türklerin İngilizce öğrenme konusundaki eksiklikleri üzerine hasbihal etmiştik. Hatta bir ara mevzu Türk İslam anlayışı üzerine gelmiş, kendi tecrübelerime dayanarak “en iyi İslamın Türk İslamı olduğuna inandırılarak büyüdüğümü” söylemiştim.
Peki gerçekten “biz”, neden diğer Müslümanlardan daha iyi Müslümandık? Öncelikle biz temizliğe en çok önem veren milletdik. Temizlik imandan gelmiyor muydu zaten? Sokaklarımız olmasa da evlerimiz çok temizdi. Diğer Müslüman milletler, özellikle Araplar temiz ve hijyenik değildi. Biz sırati müstakimdik ve aşırılığa hiç bir zaman kaçmıyorduk. O yüzden bizde demokrasi inşa edilebilmişti, ama diğer Müslüman ülkeler hala krallık ve diğer farklı otokratik sistemlerle yönetiliyordu. Biz namazı “düzgünce” ifa ediyorduk, namazda kıyafetimizi bile düzeltmiyorduk. Daha da önemlisi Kuran’ı Kerime çok saygılıydık. Arapların yaptığı gibi hiç bir zaman O’nu belden aşağı tutmuyorduk. Perşembe akşamları kırkbir Yasinler, Tebarekeler, Ammeler okuyup, ölülerimizin ruhlarına bağışlıyorduk. Ve bizi Türk İslamının en iyisi olduğuna inanmaya sevkeden daha nice sebepler vardı.
İtiraf etmeliyim ki; bunları gerek yakın çevremde, gerek değişik müslüman gruplarda işiterek büyüyenlerden biriyim. Sekiz yıllık Amerika tecrübem ve özellikle de 2005 yılında kalburustu diyebileceğimiz bir hacı kafilesiyle kutsal topraklara yaptığımız hac ziyareti Türklük vurgusu üzerine örülmüş İslam algımın üzerine ilk darbeydi diyebilirim. Tüm nefsani duyguları sıfırlayıp sadece Rabbe yönelmenin durağı olan Arafat’ta ve hatta Kabe’nin karşında bile mal ve mülklerinden bahseden bazı Türklerle karşılaştım. Hac farizası, sanki bolca hediyelik eşya alınması gereken turistik bir geziye dönüşmüştü. Kabe civarındaki sokaklarda, kartonların üzerinde yatarak haclarını ifa eden Afrika’dan, Bangladeş’den, Pakistan’dan, Sri Lanka’dan gelen o fakir insanların huzur ve şevkinin yanında, lüks otellerde kalıp üç öğün yemek yiyen, ama yemeklerden şikayet edebilen, hatta Kabe’ye giderken ne giyeceğini düşünebilen kimi Türk müslümanlarla birlikte hac yapmaktı beni düşündüren! Kabe’de Kuran okuyup ağlayarak dua eden Iraklı, Mısırlı, Filistinli Müslümanları gördükten sonra, Kuran’a saygı gösterse de manasını anlayamayan Türk Müslümanın ideal Müslüman olduğuna inanmak çok zor artık. İranlı yaşlı bir teyzenin benden Kuran okumamı istemesi ve okurken yüzünde gördüğüm heyecan ve huşu, Sünnilerinde tek bir İslami anlayış olmadığını hatırlatıyordu.
“Ulusal” mekanın değişimiyle ve farklı kültürlerle diyalog sayesinde tek bir kültür üzerine inşa edilmiş “ideal” İslam modelinin kolaylıkla sarsılabilirliği, aslında kişisel tecrübelerimden ziyade genel bağlamda neyi ifade ediyordu?
Kanımca, “Türk İslamı’nın ideal oluşuna olan sarsılmaz inancımız bilinçli bir politikanın sonucuydu. Bizler bu politikanın ağına düşdük. Türk dünyasını diğer müslüman milletlerden psikolojik olarak uzak tutabilme hayaliyle, bilinçli bir şekilde işlenen ve hususiyetle de Arap düşmanlığına dayandırılan Türk milliyetçiliğinin hegomanyası altında bir çoğumuz Türk islamı anlayışının ideal olduğuna inandırıldık. Tahmin ediyorum, aynı sebepten ötürü, Arapları da bizden uzak tutmak icin bir çok müslümanın Türkiye’de beş vakit namaz kılmadığı gibi nerler neler işlenmistir. İdeal islamın, kültürel değerlerden ziyade, Kuran ve sünnete ittibayla, içsel derinleşmeyle ve müslümanların birliğiyle mümkün olabileceğini unuttuk.
1 Comment
Only registered users can comment.
Türkiye’de ne yazıktır ki; Hanefi, Şafii, Hambeli gibi mezhep ayrılıkları bile var. En iyi mezhep Hanefi mezhepmiş gibi öğretiliyor. Buradan bile bizi ne kadar küçük küçük gruplara böldükleri aşikardır. Maalesef bizde bu oyunlara geliyoruz, asıl üzücü olan, can yakan ise “en iyisi bizimki” hastalığımızı çok iyi kullandırmamız.