Yetim değerler 8 - İsraf
İsraf, sarf etme, harcama, harcamada haddi aşma, gaflet, fayda getirmeyecek şekilde lüzumsuz ve aşırı bir şekilde har vurup harman savurma manalarına geliyor. Rabbin lütfettiği nimetlerin kadr-u kıymetini takdir edemeyip boş yere harcama… İsrafın aşırısı, tebzîr. Şeytanca israf etme. Hiç ama hiç hayır gözetmeme. Aslında harcamayı israf yapan şey hayırda kullanılmaması. İsrafın zıddı ise iktisat; nimetin kıymetini bilip, haddi aşmadan yerli yerinde kullanma nimeti.
Yaradılışta israf yoktur. Her neye bakarsak bakalım orada iktisat görürüz. Yani fıtri olan, ahlaki olan iktisattır, israf ise neseb-i gayrı sahih sınıfındandır, günah gibi. Elimiz, gözümüz, kulağımız tam yerli yerinde, ne bir eksik ne de bir fazla. Gayesiz, hedefsiz tek varlık bulunmaz alemde, her şey mükemmel bir mizan içerisinde ve yerli yerinde.
Nimeti verene karşı nankörlüktür israf. Meccanen, hiç bir karşılık beklemeden kullarına ihsanda bulunan Yaradanın ikramlarını, har vurup harman savurmadır ya israf, bu haliyle saygısızlıktır nimetin sahibine. İstiyoruz veriyor, lütfediyor hem de hiç bir karşılık almadan. İnsan her nimeti Yaradanın kendisine yaptığı hususi bir ikram olarak görmeli ve öylece değer vermeli. Mün’imi Hakiki (cc) bütün nimetlerini cömertçe sererken önümüze, ikram ettiği nimetlere karşı müsrif davranma, O’na (cc) karşı saygısızlık olmaz mı? Hem nimete karşı da bir nankörlüktür. Her nimet nice zorlu yolculukların ardından hazır olur insanın önüne. Sadece bir bardak suyu düşünelim. Deniz ve okyanuslardan buhar buhar gökyüzüne tırmanarak başlar yolculuğu. Bulutlar arasında ne mücadelelere şahitlik eder ve meleklerin kanatlarından damla damla yeniden tenezzül eder yeryüzüne. Sonra ince ince sızar toprağın bağrından arzın derinliklerine. Ve sonra tekrar sızım sızım çıkar taşların arasından. Bu uzun yolculuktan sonra insan onu değersiz bir eşya gibi kullanırsa hakkını vermemiş, değerini inkar etmiş olmaz mı?
Ve bir zamanlar biz iktisat ederdik, sevmezdik israfı. Ne yemede, ne içmede, ne giyinmede, ne evde-barkta, ne eşyada, ne kelamda. Aşırıya gitmez ve orta yolu tercih ederdik. Bu anlayış, bu yaşayış hakimdi bizim ruhumuzda, vicdanımızda, evimizde, şehrimizde. Böylelikle Yaradana karşı ‘manen şükür’ içerisinde olurduk her daim. Yaradan da verdiği nimetleri arttırırdı cömertçe. Zira “Muktesid insan, Mün’im-i Hakiki’ye ve dolayısıyla O’nun verdiği nimetlere karşı hürmet hisleriyle dolar, onların ardındaki rahmet-i İlâhiyeyi iyi kavrar; Rezzak-ı Hakiki’yi bilmenin hasıl ettiği ulvî duygular sayesinde nimetlerden daha derin lezzet duyar; kendisine bahşedilen o kıymetli hediyeleri boşa harcamaktan kaçınır, onları ihtiyaç miktarınca kullanır. Böylece, hem bir manada bedenine kesintisiz perhiz yaptırdığı ve itidal üzere yaşadığı için hep sıhhatli kalır, hem Cenâb-ı Hakk’ın verdiklerine kanaat ederek onları dengeli kullandığından başkalarının eline bakma zilletinden kurtulup izzetini korur, hem de bu manevî şükrüne bir mükafat olarak, hakkında bir bereket vesilesine dönüşen iktisat sayesinde, devamlı ziyade nimetlere kavuşur.” buyuruyor Hocaefendi.
İsraf eden korkak olur hem. Zira nimetin biteceğini düşünür ve titrer her daim. Müsriflik Deccal’in de vasfıdır. Deccalin eli delik olacak buyuruyor Efendiler Efendisi. İsraf eden bereketten mahrum olur. Çok da olsa az bulur, çoğu aza yetmez. Yetmez ve korkar nimetlerinin tükenmesinden. Yardım yapmadan, cömertlikten mahrumdur müsrif. Aslında nefsi için, boş ve zararlı işler için harcarken çok cömerttir müsrif. Hayır adına beş kuruşu verirken canından vermiş gibi olur ama bir oturuşta onlarca lirayı yemek masasında yer bitirir. Bir ev için yüzbinler harcar ama komşusuna yardım için on defa hesap yapar.
Hem israf ettikçe unuttuk insanlığımızı bile. Kapısına gelip borç para isteyen komşusuna, istediğini verdikten sonra hıçkıra hıçkıra ağlayan Hz. Ali efendimize (ra) eşi Fâtıma annemiz sorar; niçin ağlıyorsun? O büyük ruh cevap verir; keşke kapımıza gelmeden komşumuzun ihtiyacını hissetseydik de gelmeden giderseydik ihtiyacını diye. Böyle bir rehberin takipçileri şimdilerde kapısının önünde aç yatan bir insanı görmüyor bile. Vah insanlık nerelerdesin dedirterek…
İsraf ettikçe düştük zilletin kucağına. Zira zilletin babasına kardeş olduk. “Saçıp savuranlar şeytanın kardeşi oldular” buyuruyor Hâlık-ı Kerim. Halbuki şeytan Rabbini inkar etmişti. Huzurdan kovulan Şeytanı racimin kardeşi olan, zelil olur onun gibi. Ve biz fazla konuştuk kelimeleri israf ettik gıybet ettik, yalan söyledik dilin mahkumu olduk, bir elbisemiz varken ikincisini aldık – herhangi bir eşyamız eskimeden yenisi ile değiştirdik, eşyada israf ederek eşyanın esiri olduk, ne bulduysak doldurduk midemize, tutsağı olduk midenin ve hakeza… Gözlerimizin açlığı, gönüllerimizi yakıp kül etti. Alın teri ile iktifa etmedik, ilahi takdire rıza göstermedik, elimizdeki ile yetinmedik, nefsin ve hevanın hâdimi olduk, gayr-i meşru vadilerini mesken edindik ve kaybettik vicdanımızı ruhumuzu. İsraf ettikçe Mün’imi Hakikinin değil, nimetlerin kölesi olduk. İhtiyacımız olan nimetler de sonsuz olunca, sonsuz köleliğimiz oldu. Bugün bulmamız gereken yitik değerlerimizden birisi de cömertlik duygumuz olmalıdır. Yerine ikame ettiğimiz israfın tahtını sallamadan zilletten, perişaniyetten ve fukaralıktan kurtulmamız da mümkün değildir.
Rabbim bütün mü’minlerin kalbinden, hayatından söküp atsın israf duygusunu, davranışını. İçimizi cömertlik, ihsan, ikram ve iktisat duygularıyla doldursun.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment