Yetim Değerler 3 - İman hazinesi
“İman hem nurdur hem kuvvettir. Hakiki imanı elde eden adam kainata meydan okuyabilir.”
İhsan-ı İlahi olarak kalbimizde yakılan bir çıradır iman. İkramen tutuşturulan ateşiyle dün, bugün ve yarınımızı aydınlatır, yaşamımıza huzur ve emniyet üfler iman. El değmeden girmiştir yüreklere, saftır, katışıksızdır, tertemizdir. Yaradan ile kalp arasında vasıtasız bir bağdır. Kalpte zuhur eden imanın intişarında, cüz’i iradenin dahli yoktur veya çok azdır. Belki bir meyildir cüz’i iradenin ki. Külli İrade sahibinin hususi ihsanıdır o. Bir nurdur ve girdiği her kalp, her beden nurlanır onunla.
Evet bizim medeniyet havzamızın en önemli meyvesi inanç ve imandır. Yüce Yaradana ve yarattığı herşeye iman. Meleklerine, ahiret hayatına, kitaplarına, peygamberlerine, takdir ve kazasına iman. Önce icmalen ama mutlaka tafsili arzulanan, evvelen takliden ama mutlaka tahkiktir hedeflenen. Zatına, evsafına, esmasına birlikte iman.
İmanın büyük ve bereketli bir define olduğunu vurgular Sözler sahibi birinci sözde. Biz değerli bir hazinenin üzerinde oturduğumuzun farkında idik dünümüzde. Onun için kuvvetli, korkusuz ve yenilmezdik. Birin ikincisi O idi, ikinin üçü de O. Her an herşeyemize nigehban olduğunu bilirdik. Sonsuz güç ve Kudret sahibi bize şah damarımızdan daha yakındı. Biz böyle inanır ve inancımızın gereğini yaşardık. Onun için aydınlıktı her yanımız ve ondan dolayı mutlu, emin ve huzurlu idik.
Tahayyül ile başlar iman yolculuğu, ondandır ki köy odalarında, sedirler üzerinde tahayyüle vesile olacak nice meseller dinlerdik büyüklerimizden. TV yoktu, bilgisayar yoktu, akıllı telefonlar yoktu ama yüzü nurlu, kalbi nurlu, sözü hikmetli büyüklerimiz vardı ve biz onlardan hikmetli kıssalar dinlerdik. Tahayyülden tasavvur’a, tasavvurdan taakkul’a, taakkuldan tasdik’e, tasdikden iz’an’a, iz’andan iltizam’a, iltizamdan itikad’a sürerdi sohbet yolculuklarımız.
Evet bizim bir zamanlar, iman temelleri üzerine bina edilmiş, hayretle bakılan medeniyet saraylarımız vardı. Meskenin saray olması iman merkezli olmasından. Zira bizim sarayımızda güven ve huzur vardı, sağlık ve afiyet vardı, rızık ve merhamet vardı, düzen ve intizam vardı. O sarayda mutlak bir Rahmetin esintilerini duyar, yer – içer ve mutlu yaşardık. Kadir-i Mutlak’ın gölgesi altında, onun çizdiği daireye tecavüz etmeden, izzet ve onurumuzla hayat sürerdik . Hayat-ı dünyeviyemiz, Sultanımızın sarayıydı ve biz o sarayın en müstesna misafirleriydik. Sarayda olan her şeyi de emrimize amade kılmıştı Saray Sahibi.
Ve biz bu sarayda sevginin ilahi bir mevhibe olduğunu bilir dağıtırdık her varlığa cömertçe. Cimrilik etmezdik. Bizim için var olduğuna inandığımız kuştan, börtü – böcekten, daldan – yapraktan, Gül’den – dikenden esirgemezdik sevgimizi. Sevginin, ismi Âzam olan Allah’tan nebean ettiği şuuruyla yaşar, kainatın özünün sevgi olduğunu bilir ve severdik bütün yaradılanı Yaradandan ötürü. Sevgide kıskançlık etmez, sevdikçe sevgimizin artacağını bilirdik. Ve biz bir sevgi medeniyeti kurmuştuk az ötede. Bizim yaşadığımız bu sevgi atmosferinde, bir söğüt ağacı altında mezar sahibi olmak nicelerin hülya ve hayalleriydi.
Evet iman medeniyetinde zulüm yoktu, haksızlık yoktu, hak ve adilane bir paylaşım vardı. Vicdanlar en büyük hakim ve savcı idi. Korkardık hesaptan kitaptan, hak divanında mahcup olmaktan. Hayvanlarımıza haram yedirmemek için başkasının tarlasından geçerken ağızlarını bağlardık. Bir yere giderken birinin tarlasının toprağını, ötekinin tarlasına taşımamak için ayakkabılarımızı silkelerdik. Öteye varınca, yüzümüzün yüzü aklardan olması, amel defterimizin sağ tarafımızdan verilmesi en büyük derdimizdi. Sıratı biz geçecek, kevserin başında Liva sahibinin elinden şerbet içmeyi biz bekleyecektik ve biz bunun şuurundaydık.
Kainata manay-ı harfi ile bakar, herşeyin her yaradılanın, Yaradan’ın (cc) kudret eliyle olduğunu bilirdik. Koca koca yıldızların sahipsiz ve kendi kendine dönemiyeceğinin, aydınlatamıyacağının idrakinde idik. Güneşi halk edenin, gözü de yaratmış olduğunu bilir ve hayrete varırdık. Eşya ve hadiselerin gözüken yüzünün arkasındaki hikmete dikerdik gözlerimizi. Kazandıklarımızı kendimizden bilip gurur ve ucb’a düşmez, şükrederdik Yaradana. Başımıza gelenlerden dolayı da şikayet etmez sabreder ve hep hamd ufkunda dolaşırdık. Kaybettiklerimizden dolayı da üzülmez, neticesinin hayır olacağını bilirdik. Rahmet sağanak sağanak yağardı başımızdan, nura ğark olur, izzet ve onurumuzla yaşardık.
Maalesef bu muhteşem değerimizi de yitirdik. Belki de ilk önce bu muhteşem değerimizi kaybettik. Onu kaybedince herşeyimizi kaybettik. Yitirdiğimiz şeylerden sonra fakirleştik zelil ve perişan olduk. Peşinde olacağımız, en önemli yitiğimizin imanımız olduğunun bilinci ile, ona kavuşmak için her marifet meydanında onu sorarak işe başlamamız gerekmektedir. İman bizim titik hazinemiz, cevherimiz. Sohbet-i Canan, tefekkür, tezekkür kurnalarının, iman ab-ı hayatının aktığı çağlayanlar olduğunun bilinciyle, Rahmeti sonsuzdan hakiki imanı bizlere ihsan etmesi niyazında bulunup, yitirdiğimiz bu değere kavuşmanın gayreti içerisinde oluruz inşaallah.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment