Yetim Değerler 2 - Edep
Edep bir tâç imiş Nûr-ı Hudâ’dan
Giy ol tâcı emin ol her belâdan
Hudâ’nın tâcı baş üstüne diyerek ben de edep ile başlayayım mürekkep yolculuğuna. Taki haddimi bilerek yürüyeyim bu yolda. Zira edebin ilk basamağı haddi bilmektir. Acziyetin, fakriyetin farkında olmaktır. Kalem, Rabb’in ihsanı, ona layık olmak zor zanaat. Her yazı, kalem mahsulü değildir ama. İhsan-ı ilahi olan kalem, akl-ı selim, kalb-i selim, ruh-u selim bir dimağın, mürekkep olarak ‘ciğerinden çektiği kanı’ kullanarak yazdığı yazıdır. Benim yazacaklarımın sadece bir kırıntı olduğunu baştan kabul ve ifade de benim edebim olsun ve öylece ‘Bismillah’ diyelim.
“Edep; nezaket, zarâfet, hayâ, iffet ve saygı… gibi hususların umumi nâmı; iyi-kötü, acı-tatlı her hâdise karşısında kibar ve nazik davranmanın, içtimaî münasebetlerde herkese karşı yumuşak ve sıcak tavırlar sergilemenin, elden geldiğince kırıcı, incitici olmamaya çalışmanın; ifade ve üslûpta şartları, konjonktürü nazar-ı itibara almanın; muhatabın/muhatapların seviye, konum, pâye ve mansıplarına göre hitap etmenin farklı bir unvanıdır.” der Hocaefendi. Ahlak-ı ilahiye ile mütehallik olmaktır derler bazıları edebe, yahut Efendiler Efendisinin (sav) ahlakıyla ahlaklanmak. Yaratıcının, en güzel şekilde yarattığı insanın söz, fiil ve davranış itibariyle herkesin sevip memnun olacağı davranışları sergilemesinin adıdır edeb.
“Rabbim beni edeplerin en güzelleriyle te’dip etti.” diyen bir peygamberin ümmeti olarak, bütün ahlak-ı aliye ile mütehallik olmamız gerekirken, maalesef ilk ayrı kaldığımız değerimiz edeb oldu. Güzel Kitabımız, Efendimiz (sav)’in bu yönünü şöyle takdir ediyor; “Gerçekten sen, çok büyük bir ahlak üzeresin.” (68/4) Kur’an ‘büyük ahlak’ olarak vasf eder Efendimizin (sav) ahlakını. Yani güzel ahlakta zirvedir Efendimiz (sav). Adaba riayet mü’min hasletidir. “İki haslet vardır ki mü’minde asla olmazlar: Cimrilik ve kötü ahlak.” buyuruyor en Alâ Ahlak Sahibi (sav). Ve yine bir lalû güherinde; insanları cennete vasıl edecek şeyin ‘takva ve güzel ahlak’ olduğunu beyan buyuruyor.
Her an, her nefes, her solukta müeddeb olunmalı Allah’a karşı. İnsana şah damarından, soluklarından daha yakın olan Rabbe karşı edeb: her an O’nun huzurunda olduğunu hissetme, O’nun tarafından görülüyor olmanın şuuru içerisinde bulunma ve yapılan her işi O’na sunma hassasiyetinde yapma. Bakılan her şeyi gördüğü, konuşulan herşeyi duyduğu, içte saklanan şeyleri dahi bildiği şuuruyla yaşama. İradeyi, zihni, hissi ve latifeleri Alah’ın (cc) emir ve nehiylerine uygun işletme. Gecenin karanlığında süte su katmasını isteyen anneye, kızının verdiği cevap tam bir edep misali. Şöyle der kız annesine; anneciğim belki süte su kattığımızı halife görmez, lakin her an herşeye nigehban olan Allah görüyor ya! Allah (cc) hakkında konuşurken niyaz makamında konuşmadır edeb. Ağızdan çıkan cümlelerin kelimelerin hurufatın, Zatına, Sıfatlarına, Esmasına halel getirmemesi için âzami dikkatli olma.
Sahabe efendilerimiz (ra) çok edepliydiler. Kur’an, insanların içlerinden geçirdikleri şeylerin bile hesabının olacağını söyleyince, (2/284) günlerce içlerinden bile en küçük kötülük geçirmemeye çalışmış, buna tam güç yetiremeyeceklerini anlayınca da, iki büklüm huzur-u Nebiye gelmişlerdi. İçlerinden geçirdikleri şeylere tam hakim olamadıklarını ifade edip, bir fereç bekledikleri ağızdan “İşittik ve isyan ettik mi demek istiyorsunuz?” îtabını alınca, hemen kendilerine gelmiş, “İşittik ve itaat ettik.” buyurmuşlardı.
Allah’a (cc) karşı edepten sonra, Allah’ın en sevgilisine karşı da edepli olunmalı. Zira Habibullah (sav) Allah’ın (cc) değer verdiği, üzerine salât getirdiği Zat’tır. Hem kendisine itaati O’nun (sav) sevilmesine bağladığı kamet-i bâladır da. O’na karşı edep ise; davasına, sünnetine sadakatle sarılma, o yolda sabır, sebat ve istikamet içerisinde bulunmakla olacaktır. O’nun (sav) hayatını, hayata hayat kılmakla varılacaktır Nebi edebine. Salavatlarla, aşkla, şevkle şahlanılacaktır o yüce Divan’a. Şair Nabi Peygamberimize (sav) karşı edebe güzel bir misal sunmuştur şiiriyle. Bir gün hacca giderlerken Medine yakınlarında konaklarlar. Bir devlet büyüğü Medine’ye karşı ayaklarını uzatıp yatmak ister. Bunu gören Nabi şöyle döktürür ruhunun ilhamlarını;
Sakın terk-i edebden kûy-ı Mahbûb-i
Nazargâh-i ilâhidir, Makam-ı Mustafâ’dır bu,
Evet insanlığın yıldızları (ra) Resulullah’a karşı da edepte zirve olmuşlardır. O’nun (sav) huzurunda tazimle dururken, başlarının üzerinde talih kuşu varmış da, en küçük yanlışta kaçacakmış gibi temkinli olurlardı. Konuştuğu tek kelimeyi atlamaz, yanında seslerini yükselterek biribirilerine konuştukları gibi asla konuşmazlardı (bir itab üzerine). Adının anıldığı heryerde hazır olacağının şuuruyla, her adını anınca salavat getirirlerdi.
İnsan olan herkese karşı edeb, insanlığın gereği. Mükerrem olarak yaratılan varlığın, varlığa karşı kerim olmasıdır bir yönüyle de edep. Küçüğün büyüğe, memurun amire, astın üste saygı göstermesi de edeb sınırları içerisindedir. “Bereket büyüklerinizle beraberdir.” ikazı büyüğe saygıyı da gerektirmez mi. “Büyüğe saygı, küçüğe sevgi göstermeyen bizden değildir.” fermanını edebli olma çerçevesinde değerlendirmek gerekmez mi hem? “Anne babaya öff bile demeyin.” emri de hakeza bir yol gösterici olmaz mı edep yolculuğunda? Hani bir defasında bir cenaze karşısında ihtiram göstermişti de, sahabe cenazenin bir yahudiye ait olduğunu söylemişti. O edep timsali (sav) “Ama o bir insan.” buyurmuştu.
Yaradana, yaradanın en sevgilisine ve en güzel yaradılan varlıklara karşı edepli olunurken, mahlukatın sair sakinleri edepten mahrum bırakılabilir mi? Bence hayır. Hem nebatata karşı, hem de hayvanata karşı şefkatli olma, onlara sevgi ile yaklaşma ve onlar hakkında tasarruf ederken haddi aşmama, israf etmeme ve onları ‘abd’ olarak görüp öylece muamele etme de, edeb sınırları dahilindedir. Bu yönüyle tüm varlığı kardeş olarak görüp, dünyada ülfet ve ünsiyet içerisinde yaşama da edeptir bir yönüyle.
Evet kaybettiğimiz değerlerimizin başında EDEP geliyor ve biz yitirdiğimiz edebimizi aramakla başlamalıyız işe. Zira bizim edebimizin kaynağı Allah, havzası Kur’an, mecrası Hz. Muhammed Mustafa (sav) ve ondört asırdan beri hazm ede ede taşıyan hak dostları. Eğer muvaffak olur da yitirdiğimiz edebimizi bulabilirsek insanlığın yeniden dirilişininde tohumunu atmış olacağız o gün. Ve artık biz de kendimiz olma, ruhumuzun heykelini ikame etme yoluna girmiş olacağız Allah’ın inayet ve keremiyle. “Belki birgün bizde dirileceğiz” mısrası mana ifade edecek edeple birlikte. Edep zemininde büyür bütün çiçekler zira… Son söz Mevlana’dan olsun; “Ey Şems-i Tebriz, suskun ol! Sus ki bu bir ilâhî sırdır. Ancak şu kadar söylenebilir, dile gelebilir ki, geceleri ve karanlıkları aydınlatan iman mumunun en parlak ve en üstün aydınlığı edebtir.”
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment