Camia kibirli mi/miydi? Yoksa kibir isnadı iftira mı?
Hizmet-i imaniye ve Kur’aniyenin gayesi her zaman il’ay-ı kelimetullah olmuştur. Allah’ın (cc) yüce adını gönüllere duyurma demektir İl’a. İl’ay-ı Kelimetullah bazen cihad ismini alır, bazen hakkı tavsiye, bazen tebliğ, bazen de irşad. Ama her kavramında manası Allah ile kullar arasında ki manileri kaldırmaktır. Allah (cc) ile kullar arasında ki maniler, bu vazifeyi eda etmeye çalışanlar açısından enfüsi ve afaki olarak iki kısımdır. Birinci kısım irşatcının şahsına bakar, diğer kısım ise genel olarak ortam, metod, yürünen yol vb ile ilgilidir.
Hocaefendi muhataplarına, kendisini dinleyenlere hep gayelerinin, Allah’ın rızası olması gerektiğini söyledi. Bu yolun yolcularına tevazu, mahviyet, hacalet ve muhasebe insanı olmalarını tavsiye etti. Bu yolun yolcuları da binler fiili talimle, ancak yolda yürüme adabını öğrendiler/öğreniyorlar. Öğrenemeyenler de el’an görüldüğü üzere, dairenin dışında mecburi istikamet konumlandılar/konumlanıyorlar ve konumlanacaklar.
Bu konuyla alakalı Hocamızın inci-mercan ifadelerinden bazılarını birlikte okuyalım.
Amelde Rıza-i İlahinin olması ile alakalı; “Büyüklük, büyük işler ve büyük plânlarda değil, insanın rıza-yı ilâhîye gözünü dikmesi ve Allah’ın da, ‘Ben senden razıyım.’ demesinde aranmalıdır.”
“Her hamle ve hareket adamının perspektifinde, her şeyden evvel, Yüce Yaratıcı ve O’nun hoşnutluğu olmalıdır. Yoksa, araya çeşitli putların girmesine, bâtılın hak görünmesine, heva ve hevesin fikir suretine bürünmesine ve gaza namıyla cinayetler işlenmesine gidilebilir…”
İnsanlara karşı tavırla alakalı; “Aç herkese açabildiğin kadar sineni, ummanlar gibi olsun! İnançla geril ve insana sevgi duy; kalmasın alâka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül..!”
“İyileri iyilikleriyle alkışla; inanmış gönüllere karşı mürüvvetli ol; inançsızlara öyle yumuşak davran ki, kinleri, nefretleri eriyip gitsin ve sen, soluklarında daima Mesih ol..!
“Başkalarının yardımına koşmak, Allah’ın inayetine sunulmuş en beliğ bir davetiyedir.”
Tevazu ile alakalı; “Yüzü yerde olanlar, Hak katında da, halk katında da sonsuz pâyelere ulaşırlar.”
“Kibir ve ululuk ‘Zât-ı Ulûhiyet’in sıfatlarından olduğundan, büyüklük taslayıp şımarıklık yapanlar, hemen her zaman O’nun ‘Kahhâr’ eliyle kıskıvrak yakalanmış ve helâk edilmişlerdir. Haddini bilip mütevazi olanlar ise, yükselip O’nun huzuruna ermişlerdir.”
Üslup ve metod ile alakalı; “Az söylemek, çok dinlemek bir fazilet ve ermişlik nişanesi, devamlı kendini dinlettirmek arzusu da, her zaman bir cinnet eseri sayılmasa da, mutlak bir dengesizlik ve hayâsızlık olduğunda şüphe yoktur.”
“Mü’min, yaptığı şeyleri Allah’ın teftişine arz etme mülâhazasıyla yapar.”
“Hak olan maksuda, bâtıl vesilelerle varılmaz. Kullanılacak vesileler de mutlaka hak olmalıdır.”
Kardeşlik ile alakalı; “Olgun insan ve gerçek dost, Cehennem’den çıkışta ve Cennet’e girişte bile ‘Buyurun’ demesini bilendir.”
“Herkesin himmeti kamet-i kıymetine göredir; sadece kendini düşünen, ya hiç insan değildir veya eksik bir varlıktır. Gerçek insanlığa giden yol, başkalarını düşünürken icabında kendini ihmal etmekten geçer.”
“Hakikî dost, düşebileceği yerlerde dostunu kollayandır; her işinde ona baş sallayan değil…”
“Gerçek dostluk ve kardeşlik, dost ve kardeşlerin dünyevî durumlarının parlak olmadığı günlerde dahi, onlarla münasebetini devam ettirdiği nispette belli olur. Kötü günlerde ve tehlike ânında dostlarının yanında bulunmayan birinin, dostlukla alâkası yoktur.”
Bu ve buna benzer ifadeleri ile Hocaefendi her zaman gayenin Allah (cc), usul ve yolun insani, hukuki olması gerektiği, bu yükü taşımaya azmedenlerin ise hasbi, fedakar, mütevazi, kardeşlik hukukuna her zaman riayet etmeleri gerektiğini ifade etti. Sadece ifade etmeklede kalmadı; bizzat kendisi her defasında bunların gereğini uyguladı/uygulattı. Zannedersem bunun binlercesine şahitlik edecek yakınları da vardır.
Bu çerçevede senelerce ve defaatle, Hocaefendinin refiklerimiz, dostlarımız, kardeşlerimiz dediği kimseleri yerlerinde ziyaret ettik, hizmetlerini takdir ve tebcil ettik. Hürmet gösterdik kendilerine, beraber olduğumuz zamanlarda, onları öne geçirdik onları konuşturduk biz sustuk. Ben bir defa hariç ziyaret edildiğimizi, bizim yaklaşımlarımıza aynıyla mukabele edildiğini hatırlamıyorum. Bir derdi olduğu halde bizden yardım isteyen refiklerimize de hep kucağımızı açtık, dertlerini derdimiz bildik ve ilgilendik. Ha bu arada hemen şunu da ifade etmek gerek ki; bu ahlakımız her şeye rağmen bundan sonra da devam edecektir Allah’ın izni ve inayetiyle.
Şimdi hizmeti bilmez, etrafında bile dolaşmamış bazı kişiler dışardan hizmetten özeleştiri bekliyor. Ben acizane bunun şimdilik ne yeri ne de zamanı olduğunu düşünüyorum. Gönüllüler Hareketi’nin bu denli insafsızca ateş altında tutulduğu bir zamanda özeleştiri beklemek kanımca insafsızlık. Zira, şimdilerde hizmetten rahatsız olduğunu ifade edenler dün neden bunun tam tersi istikamette hareket ediyordu sormak gerek. Bir beyefendi camianın bazı uygulamalarından rahatsız olduğunu ifade ediyor bugün. Ama ben şahidim daha bir yıl önce Hocaefendi ile görüşmek için yalvarıyordu. Randevu alınınca da eşi hanımefendi ile birlikte ziyaretini yaptı ve gayet mutlu bir şekilde ayrıldı. Hakkaniyetli ise neden o gün Hocaefendi’ye veya yanındaki talebelerine olumsuz tek kelime etmedi.
Ayrıca şunu da anlamakta zorluk çekiyorum: Neden her zaman ilk adım atma Hizmet’ten beklenir. İhlas, uhuvvet, vefa, sadakat tohumlarını atmak faziletse (ki öyledir) neden diğer cemaatler bu ilk adımı kendileri atamadıklarından dolayı kendini sorgulamıyor. Aslında Hizmet bu anlamda daima muhataplarına değer vermiş, saygı duymuştur. Hocaefendi, yetmişli yıllarda Sızıntı dergisinin orta sayfasında Risale-i Nurları tefsir ederken ağabeyler gelir ve Hocaefendi’den bunu yapmamasını ister. Hocaefendi de ‘Abi’lerin yanlışı’nı ‘kendi doğrusu’na tercih eder. Hizmet gönüllüleri yıllarca bu insanların faaliyet gösterdikleri yerlere yanlış anlaşılır, alanlarına müdahale olarak algılanır düşüncesiyle müessese açmadı. O büyüklerin görüşlerine başvurulmadan iş yapılmadı. Bilemiyorum ki Hizmet bugüne kadar kime neyin kibrini yapmış?
Diğer bir noktayı da şöyle ifade etmek gerekiyor. Hizmet dünyanın dört bir tarafına gönlünün güzelliklerini ifade etmek için Allah’ın (cc) inayet ve bereketiyle gitti. Hem ülkemiz içerisinde, hem de dünyanın herhangi bir yerinde kimin ne derdi olsa hizmet insanları elini uzatmaktan geri durmadı. Rahmetli Barış Manço’nun Tayland’da yaşadığı hadise herkesin hatırındadır herhalde. Arif Aşçı beyin İpekyolu yolculuğunda Kırgızistan’ın Narın şehrinde yaşadıklarını da çoklarımız biliriz. ABD’nin her şehrine gelen akademisyenlerin ilk durağı, ihtiyaçlarını karşılamak için yardım aldığı muhataplar, hizmet insanları olmuştur ve oluyor da. Hizmet insanları elini uzatırken ne zaman, kime milletini, kavmini, cemaatini sormuş bugüne kadar Allah aşkına?
Acizane bu itapların şimdi ortaya çıkmasını temelde yine bir algı operasyonu olarak görüyorum. Bir kısım zavallılarda durumdan mana çıkarıp, akıllarınca hizmete rol kesmeye çalışıyorlar gibi geliyor bana. Daha bir kısım zavallı ise “vurun abalıya” havasında. Hizmet içerisinde ki herkes muhasebesini her gün yapıyor ve yapacaktır da. Dışarıdan yapılacak eleştirilere ise, hakkaniyetli, insaflı, bilgiye dayalı olmak kaydıyla saygı gösterilebilinir. Yoksa sadece “laf-ı güzaf” denir ve geçilir.
Bu mevzunun çok derin olduğunu, şahitlerin bu meseleye tercüman olmaları gerektiğini ifade ederek, hizmete dil uzatanlara bir “El insaaaf” çekmek istiyorum.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment