Yürekte taşınan cevher
Güvenilen, güven veren, elinden, dilinden insanların emin olduğu kimsedir iman ehli. El-Mü’min’in(cc), Emin elçi vasıtayla, Muhammed’ül Emin’in(sav) ümmetine verdiği addır Mü’min. Yüce Allah’ın (cc) Emin kitapta, Mü’min ve Mü’minûn diye isimlendirdiği surelerinin ismiyle müsemma kıldığı insandır. Mü’min Allah’a (cc), Hz Peygamber’e (sav) ve Kur’ana âyine olmadır aynı zamanda.
“Gerçekten müminler kurtuluşa ermişlerdir” der ve müjdeler Yaradan. Sonrada tarif eder mü’mini; “Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler. Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler. Onlar ki, zekatlarını verirler, sadece vermekle kalmaz aynı zamanda zekat vermek için hususiyle çalışırlar da. Onlar ki, iffetlerini korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu hariç. (Bunlarla ilişkilerinden dolayı) kınanmış değillerdir. Kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir. Onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler. İşte asıl bunlar varis olacaklardır. Firdevs (Cennetin)’e varis olan bu kimseler orada ebedi kalıcıdırlar.” (Mü’minûn, 23/1-11 )
“Mü’minler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğu zaman onların îmanlarını artırır, kuvvetlendirir ve yalnız Allah’a tevekkül ederler, namazlarını kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler. İşte gerçek mü’min onlardır.
“Ne kadar güzel anlatıyor yüce Yaradan kendine hakkıyla inananları. Ayetler ışığında anlıyoruz ki; Mü’min evvela her yerde hazır ve her yere nazır olan, mutlak güç ve kuvvetin sahibine zatıyla, sıfatlarıyla ve esmasıyla inanandır. İnanınca bilen, bildikçe inançta derinleşen, derinleştikçe de sevgisi artandır mü’min. (20. mek mukaddime) Her zaman ve her yerde Rabb’ini tanımak için gayret sarf eden, bilmenin yolunun okumadan, tefekkürden ve tezekkürden geçtiği şuuruyla ilim fikir ve zikir kurnalarına sığınandır. İnanan aynı zamanda güvenecektir de. Zira iman teslimi, teslim tevekkülü iktiza eder. İman sahibi, her zaman kendinden emin olacaktır evvela. Başında depremler olsa, dağlar büyüklüğünde kayalar saçılsa etrafa, telaş etmeyecek, yanında bulunanları “korkma bizi gören Allah var” sözüyle teselli edecektir. Mağarada, sadakatinin gereği tedirginlik yaşayana “Üzülme! Allah bizimle beraberdir” diyecektir. İçindeki bu hazineden dolayı, hakiki güç ve kuvvete istinad ederek, kainat çapındaki hadiselere, korkmadan meydan okuyabilecektir inanan. Zilletle yaşamaktansa, izzetle ölümü cana minnet bilecek, böylelikle de dünya ve içerisindekilerin mihnetine hiçbir zaman “eyvallah” etmeyecektir.
Hakiki imanın yolu bilgiden geçer. Bilen sever, kişi bilmediğine düşman olur. Seven teslim olur. Hocaefendi ne güzel resmeder mü’minin Allah sevgisini; “Mü’minlere gelince onlar, evvelen ve bizzat Allah’ı severler ve şayet duyacaklarsa O’ndan ötürü başkalarına karşı alâka duyarlar. Hakk’ın tecelli ve teveccühlerinin hatırına herkesle ve her nesneyle bir çeşit münasebete geçer, O’nun namına onlara takdirler yağdırır ve aşk u alâkalarını ilan ederler.”
Seven sevdiğine ittiba eder. Allah’a ittiba ise O’na kulluktur evvela. “Bana sonsuz nimetler verene, O güzeller güzeline, semayı başıma dam yapıp arzı döşek edene, ben ne yapabilirim” dedikten sonra; “saygıyla huzurunda kıyam dururum, rüküya varırım secde ederim” demektir kulluk. Rabbin meccanen verdiklerinden, Rabb’in istediklerine vermek, ne dediyse, ne istediyse koşulsuz tabi olmaktır. Bütün bunları yapıp ederken, Allah (cc) tarafından görüldüğünü de hiç aklından çıkarmamaktır. Böylelikle her işini O’nun (cc) rızasına uygun ve teftişine hazır yapmaya gayret edip, amellerini salih olarak ve ihsan şuuruyla yapmaktır ubudiyet.
O devamlı Allah’ın (cc) rızasını kovalayan insandır. Bu mevzuyu da yine Hocaefendinin enfes bir paragrafında görmek mümkündür: “Bu itibarla insan eğer o gizli güzelliğin sırlı bir aynası ise -ki öyle olduğundan şüphe yok- hep gönül gözleriyle O’na müteveccih olmalı, her zaman pusuda bekleyip tecelli avlamaya çalışmalı ve kendini daha derin sevgi iklimlerine alıp götürecek esintiler beklemelidir; beklemeli ve O’na ulaşmak veya O’nu hoşnut edip sevdikleri arasına girebilmek için kurbet yolunun bütün argümanlarını kullanmalı, O’nun teveccüh vesileleri arasında, buldum/bulacağım ümidiyle hep koşturmalı ve gönlü her zaman o “Kenz-i Mahfî”nin kilidinde bir anahtar gibi dönüp durmalıdır”.
Âşığın hayalinde, dilinde, gözünde maşuğu olurmuş. Bakınca onu görürmüş her yerde, her şey maşuğunu fısıldarmış âşığa. Âşık bir güzellik görse önce maşuğunun güzelliğinden bahseder, bir cömertlikle karşılaşsa önce maşuğunun cömertliğini anlatırmış. Mü’min de Rabb’inin aşığı olmalıdır. İstemelidir ki her yerde O olsun, her dil O’nu konuşsun, her göz görsün O’nu. Bu yönüyle mü’min kıskanç değildir şeytan gibi. Bunu yapabilmek için de “açar herkese sinesini açabildiği kadar, sinesinin ummanlar gibi olmasını ister, alaka duymadığı, el uzatmadığı hiç bir gönlün kalmaması gaye-i hayalidir onun.”
Sonra O’nun gibi olmak, O’nun ahlakıyla ahlaklanmak, ayine olmak ister O’na (cc). Mü’mine bakanlar, baktıkları simada Sevgililer sevgilisini (cc) hatırlarlar. Duruşu, konuşması, yemesi, içmesi, tavır ve davranışları Rabbanidir mü’minin. Mü’min imanın tecessüm etmiş, ete kemiğe bürünmüş halidir. Temsil ve hal insanıdır o. Dilinden önce hâli ve tavrı dile gelir ve türküsünü söyler onun. Saniyen kendisi güven içerisinde olduğu gibi, kendisi ile irtibatı olan hiç kimseyi de uğratmaz hayal kırıklığına. Elleri bağlıdır, dilleri tutuk, buğuludur gözleri, kötü ve çirkin şeylere karşı. Harimine giren şefkat ve merhamet görür. Emin insandır sadık kişidir mü’min.
Mütevazidir hem o. Tevazûu başta Allah’a, sonrada diğer mü’minleredir onun. Genel karakteri vakar ve ciddiyettir aynı zamanda. Tevazunun insanı yücelteceğini unutmaz. Uzak durur kibirden. İnsanlardan bir insan olmaya bakar, insanlara hizmeti, en büyük makam kabul eder. Küçüklerde küçüklük alameti büyüklenme, büyüklerin büyüklük alametide tevazudur der Bediüzzaman hazretleri. Zira büyük, büyüklüğü nisbetinde yukardaki bir şeye bakmak için eğilir bazen, küçük ise yukarda olan bir şeyi görmek için her zaman parmaklarının üzerine çıkmak zorundadır.
Dertlidir hakiki mü’min. Bazen bükülmüş bir bel hüzünlendirir onu, bazen de mahzun bir çehre. Kanadı kırık bir kuş burkar yüreğini mü’minin, bazen de inanmamış bir kalp. Cemil Mericin inananlara tavsiyesi de bu yöndedir; ” İnananlar! saadetinizi gölgeleyecek en önemli şeyiniz, inanmayanlara karşı göstereceğiniz merhametiniz olmalı” der. Milletin imanı için cehennemin alevleri içinde yanmaya razı olan Bediüzzaman hazretlerini de yâd etmek vefa gereği. “Ateş düştüğü yeri değil dünyanın neresine ateş düşse mü’mini yakar.” Dünyanın neresinde olursa olsun akan kan inananın yüreğinin kanıdır, dökülen yaş onun gözyaşıdır.
Yardım ehlidir mü’min, fedakardır, diğergamdır yaşatmak için yaşar, adanmıştır. Ne güzel ifadeler değil mi bunlar mü’mini tarif eden? İman yaşanınca, kelimeye dökülmesinde ne var ki? Bu ifadeler de yaşayan bir imanın ifadeleri değil mi? Evet mü’min en azından kendisi için sevip istediğini başkaları için de sevip isteyendir. Daha derini de vardır bunun. O da başkalarını kendisine tercih etmedir. Yok mudur bunun da derini? Söz konusu mü’min olunca iyilik ve güzellikte de sınır olmaz. Onun da daha derini kendisi ihtiyaç içerisinde iken bile başkalarını kendisine tercih etmektir. Kur’an-ı Kerim “İsar” diye destanlaştırır bu hasleti.
Dua ve niyaz insanıdır hem mü’min. Hayatın bir imtihan olduğu hakikatiyle yürüdüğü yolun zorluğunu bilir ve bu zorlukları aşmak için de her şeyin sahibi ve her şeye güç yetirene inanır ve istinad eder. Böylelikle hem acz ve fakrını itiraf etmiş, hem sığınmış hem de himaye kanatlarının altına girmiş olur.
Evet ana karekteriyle anlatmaya çalıştığımız hakîki mü’min en başta Efendimiz (sav) dir aslında. O’nu (sav) tanısak, bilsek, öğrensek gerçek manada imanı da yaşamış olacağız. Bu bir anda ulaşılıp elde edilecek kadar basit bir şey de değildir. Evvela o yolun yolcusu olmak, o yolda yürümek, istekli olmak lazımdır. “Eğer muhabbet bir Süleyman, gönül de taht-ı revân ise, er geç sultanın gelip tahtına oturacağı muhakkaktır”. İnşaallah her isteyene istediğini veren Hz. Kerim (cc) bütün inanalara hakiki mü’min olmayı da lütfeder.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment