Yerim Belli Olsun Diye…

Aziz Hocam

Ben daha küçük bir çocuktum, sesinizi ilk defa bir teyp kasedinden duydum. Babam İzmir Bornova’da askerlik yaptığı sırada, pazar günleri Hisar camisinde verdiğiniz vaazlarınızı dinlemeye gelirmiş. Vaazlarınızı dinlemek için erkenden gelir ve sizi görebileceği en yakın yere otuturmuş babam. Bir defasında siz vaaz-u nasihat için kürsüye doğru giderken yanından geçmişsiniz pederimin. Asker elbiseleri içerisinde sizi dinlemeye gelen bu gencin omuzuna dokunmuş ve hayırlı tezkereler dilemişsiniz. Babam o gün vaazı dinledikten sonra camiden çıkmış ve  muhtemelen tuzcu Cahit Abi’lerin kaydettiği vaaz kasetlerinizden bir tanesini alıp öylece bölüğüne dönmüş. Tezkeresini alıp köyümüze dönerken bir tanede teyp satın almış. Ve biz ilk defa teybi de kasedi de bu vesileyle görmüş olduk. Senelerce evimizde uzun kış akşamları komşularımızla birlikte topluca o kasedi dinlediğimizi hatırlarım. Nerede ise bütün köylüyle birlikte her akşam teybin başına geçer ve kuzine sobanın etrafında iyi demlenmiş çay tadında lâlü güher beyanlarınızdan kana kana içerdik.

Sonra orta okul yıllarında, düşünce ve fikirlerin sağa sola kayma demlerinde yine bir kasette ama bu defa video kâsedinde gördüm güzel yüzünüzü. Medyuniyetim, meftuniyetim o gün başladı size ve idrakim nisbetinde devam ediyor. Rabbim son nefesime kadar devam ettirsin inşaallah. Biz çocuktuk Efendim, babamız bazı akşamlar Asım Köksal’ın İslam Tarihi’ni okurdu. Orada duyduğum İslamın güzelliklerini, Milletimizin izzet ve istikbalini bir daha görebilir miyiz diye düşünürdük hep. Tarihin izzetle nakşettiği sayfalarına hasretle bakar ve ââh çekerdik. İşte tam bu dönemde tanımıştım zat-ı âlinizi. Mütevazi bir mecmuada şöyle yazmıştınız; “Davran ki! Elindeki ışığın ışık ordusuna kavuşup, karanlığı aydınlatmasına az kaldı” ve yine “Kurudu bitti diyorlar dı! Soylu bir ağaç kurur mu hiç. Bak nasıl azmetmiş atalarının erdiği yere ermeye er-geç” diyordunuz. Hedefe varma yolunun, ümitli olmaktan geçtiğini de ifade ediyordunuz. “Bin bir ümit tomurcuğunun yeşerdiği, bin bir ümit tomurcuğunun da yeşermek için toprağa düşecek cemreyi beklediği şu günlerde, ümitten yoksun gönüllere ümit dileklerimle” diye.

Sonra yaş ilerledi, yavaş yavaş gençliği adımladığım günlerde, dünyanın, nefsin, kir ve pasını üzerime akıtacağı anlarda, yolunuza yolum diyen ağabeyleri çıkardı karşıma Rabbim. Düşmemem için mücadele verdiler, düştüysem kaldırmak için gayret ettikleri gibi. Yemedi bize yedirdiler, içmedi bize içirdiler, uyumadılar bizler için. Allah sizden de, onların hepsinden de ebediyen râzı olsun.

Zaman yörüngesinde ilerledikçe benimde davanıza, davam deme düştü gönlüme. Bir sevdaydı bu, hemde kara sevda. En büyük ve en güzel davaya omuz vermek ne büyük saâdet. Varsın Mecnunlar Leyla’sına vuslat için çölleri aşmaya çalışsın, Ferhat’lar dağları delmeyle uğraşsınlar Şirinlerine kavuşmak için. Biz sizin sesinizde, soluğunuzda, Efendimizin (sav) hasretini duyuyorduk, imandan, islamdan mahrumiyetin ızdırabını hissediyorduk.  Ara ara dinlediğimiz  vaazlarınızda, Kur’anın gurbetinden bahsediyordunuz, müslümanların imamesi kopmuş tesbih tanesi gibi dağınık olduğunu ifade ediyordunuz. Ülkemizin ve ülkümüzün muvazene unsuru olamaması dilgir ediyordu sizi. Allah’ı (cc) bütün gönüllerde neşe-ü nema bulmasını, ruh-u Erivan’ı Muhammedi’nin bütün alemde şehbal açmasını, dünyanın bir gün mutlaka, ama mutlaka özünde olan iyilik, güzellik ve doğruluk çizgisine gelmesini haykırıyordunuz. Ben ise talihsiz, okumaya – dinlemeye çalışıyor ama bir türlü hakiki manada sesinize ses de veremiyordum ve hala verebilmişte değildim.


Sizi hep dertli ve ızdıraplı gördük Efendim. Bir kaç defa uzaktan uzağa bakma nasip olmuştu nasiyenize. Ve hep hüzün görmüştüm gül yüzünüzde ve gözyaşlarıma hakim olamamıştım. Hep ağlarken şahit oldu gözlerim size. Neydi acaba bu gözyaşlarının ve ızdırabın sebebi?  Mal mıydı, makam mıydı, para mıydı, şan ve şeref miydi aradığınız diye de sormadım değil gizli gizli. Bir gün yine nasip olmuştu ve sizi beşinci katınızda dinlemeye gelmiştim. Orada siz belki yüz kişiye hitaben şöyle buyurmuştunuz; “Benim için, Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı istiyor diyorlar. Bunu bana yapılmış en büyük hakaret kabul ediyorum. Ben Allah’ın rızasına talibim, ondan büyük makam mı var? Allah bana elli sene ömür verirse, beni nerede bulacağınızı söyleyeyim mi? “Ben heyecanla kafamda sizin için biçtiğim makamı söyleyeceğinizi beklerken, siz; “beni yine bir yurdun beşinci katında öğrencilerimle kitap okurken bulacaksınız” demiştiniz. Kendi kafamda kurduğum ve sizi oturttuğum sırça sarayım yıkılmıştı o gün. Ama siz benim gönlüme, yüreğime Sultan olmuştunuz. Aradan şimdilik yirmi bir yıl geçti ve şahidiz ki aynen dün dediğiniz yerdesiniz Efendim. İnşaallah elli sene sonrasını da sizinle beraber yaşatsın hayırlısıyla bizlere Rahmeti Sonsuz.

Son günlerde zatınıza karşı yapılan insafsız, amansız, karalamalar karşısında sizin kadar olmasa da yüreklerimiz yanıyor, yerin altını yerin üstünden hayırlı görüyoruz Efendim. Bu kadar hakarete sebep olacak ne yapmıştınız ki? Yapmayı bırak ne demiştiniz? Size bunca zulmü reva görenlere dua etmeden başka bir şey yapmadığınıza âlem şahit, Allah’ta!

Size atılan her iftiraya, gövdemi uzatıp, o dediklerinize ben müstehakım diyemediğim için, yapılan hakaretleri, bana söyleyin o çirkin sözleri, müstehakı benim onların diyemediğim için, gözyaşlarınıza gönlümü ortak edemediğim için utanıyorum sizden Efendim. Aç herkese açabildin kadar sineni dediğiniz, SEVGİNİZİ, sabrın bile “bukadar da sabır mı olur” dediği SABRINIZI, bir karıncayı incitmemek için helanın başında bekleyecek kadar büyük ŞEFKATİNİZİ, ta uzaklarda bir arkadaşınızın ayağına diken batsa, bulunduğunuz yerde hissettiğiniz acınız ve VEFANIZI, Allah’a (cc),Resulullah’a (sav), AŞKINIZI, davanıza ve dostlarınıza SIDK ve SADAKATİNİZİ, Yaradan’a karşı KULLUĞUNUZU ve daha nice dini ve milli değerleri yaşayan ve yaşatan bir abide olduğunuzu anlatamamanın hicabı içerisindeyim.

Muhterem Efendim kim ne derse desin, ne yaparsa yapsın biz sizden razıyız. Allah’ım bizimle sizi mahcup etmesin inşaallah.
Allah’ıma şükrediyorum sizinle aynı zaman diliminde bana yaşam verdiği için.

İnanın Hocam! tanıyan herkes sizi çok seviyor. Geçenlerde evinde ziyaret ettiğimiz bir üniversite rektörü aynen şöyle dedi: Şu anda biz burada, aynı masanın etrafında gönüllerimizde ki güzellikleri birbirimize aktarabiliyorsak bunun sebebi Fethullah Gülen Hocaefendi’dir. O’nun sinesinin genişliği, herkesle kucaklaşması bizi bir araya getirdi, biribirimizi tanımada ki cehaletimizi ortadan kaldırdı ve biz sıktığımız yumruklarımızı tokalaşmak için açtık.

Evet efendim kim ne derse desin, yolumuzun güzelliğine hergün şahitlik ediyoruz.

Bunları yazmaya hakkımın olmadığını biliyorum. Cahil cesaretiyle bunları yazdığım için kusurumu af edeceğinizi umuyorum. Lakin her köşe başında bir saldırı, bir karalama görünce sessiz kalmaya da yüreğim dayanmadı. Letafet beklenecek dillerin zift akıttıkları bir ortamda, kem alâtla kemâlâtın olmadığına şahitlik ederken yerim belli olsun istedim. Hem yarın, isimlerini verme lütfunda bulunduğunuz çocuklarım sorarsa, Hocamıza yapılan bu hücumlar karşısında sen ne yaptın diye, onlara, tarihe, huzuru mahşerde Yaradan’a mahcup  olmamak için bir kaç satır karalayayım istedim.


Yarınların güzel olacağından şüphemiz yok Efendim. Güzel olsun diye bir beklentimiz de yok. Siz bize Allah için çalışın, hizmet edin dediniz, bizde hasbelkader onu yapmaya gayret ettik. Sonuç, netice; Allah ne dilerse o olur.


Hakkınızı ne olur bizlere helal ediniz Aziz Hocamız.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.